Etiket İlanları: 'bayan escort' (105)

MANKEN ESCORT EMEL

Manken escort Bayanlar Emel. İsim: Emel Yaş: 25 Boy: 169 Kilo: 50 Vücut ölçüleri: 92 /60 /90 Görüşmelerimi ,avrupa yakası ve anadolu yakasın.daki istanbul Genelinde 4-5 yıldızlı oteller,de ve güvenli siteler rezisanslara.da gelmekteyim ,Kendi evim yok Sadece bilgi ve randevu almak isteyen beyler arasınlar lütfen. Tel: 0531 268 92 03

istanbul escort bayanlar (2)

istanbul escort bayanlar

23 Haziran 2013

  istanbul escort bayanlar Lauren kollarının sıcaklığına biraz daha sokuldu. Mırıl- danarak, “Nasıl yani?” diye sordu. “Şanslı gcccmdc miyim?” “Hayır,” diye uykulu bir şekilde yanıtladı Lauren. Nick, “Ben de öyle düşünmüştüm,” diyerek güldü. Geri çekilip Laurcn’ın uykulu suratına baktı ve üzgün bir şekilde başını salladı. “Gel hadi… Ayakta uyuyorsun.” Ko- lunu omuzlarına dolayarak onunla eve doğru yürümeye başladı. “Bay Numbers’ı sevdim,” dedi Lauren. Nick ona yandan, neşeli bir bakış attı. “Aslında adı Ma- son. Numbcrs sadece takma adı.” “O bir matematik dehası,” dedi Lauren hayranlıkla. “Ayrıca çok hoş biri. İçten ve…” “Bir bahisçi,” diyerek cümleyi tamamladı Nick. “Ne?” Lauren şaşkınlıktan neredeyse sendelemişti. Saatin geç olmasına rağmen evin tüm ışıkları yanıyor ve parti tüm heyecanıyla devam ediyordu. Nick ön kapıyı açıp gürültülü kahkahalar etraflarını sararken, “Bu insan- lar hiç uyumaz mı?” diye sordu Lauren. Gelişigüzel bir şekilde manzarayı gözden geçiren Nick, “Ellerinden gelse hiç uyumazlar,” diye yanıtladı. Hizmet- çilerden birine Lauren a hangi odanın verildiğini sordu ve sonra onu merdivenlerden yukarı çıkardı. “Bu gece Koy’da kalacağım. Yarın tüm günü birlikte geçiririz… Baş başa.” Lauren’ın odasının kapısını açıp ekledi: “Arabanın anahtarları uşakta. Fek yapman gereken anayola çıktığında kuzeye dönüp üç buçuk kilometre ilerledikten sonra sol- daki ilk yola sapman. Koy yolun sonunda… Zaten oradaki tek ev… Gözünden kaçması imkânsız. Saat on birde orada ol.”Kendinden böylesine emin bir şekilde Koy’a gitmeye razı olacağını ve istediği her şeyi yapacağını düşünmesi, Lauren’ı çileden çıkartırcasına eğlendirmişti. “Orada se- ninle yalnız kalmak isteyip istemediğimi sorman gerekmiyor mu?” Nick hafifçe çenesine dokundu. “İstiyorsun.” Dokuz yaşındaki bir çocukmuş gibi ona gülerek hafifçe dalga geç- ti: “istemezsen, anayola çıkıp güneye dönerek Missouri’yc gidebilirsin.” Kollarını etrafına dolayıp onu uzun, ateşli bir şekilde öptü. “Yarın on birde görüşürüz.” İçine dert olan Lauren arsızca ona karşı çıktı. “Missouri’yc gitmeye karar vermezsem.” Lauren, Nick gittikten sonra dudaklarında isteksiz bir gülümsemeyle yatağına gömüldü. Nasıl olur

SEVGİLİYE NAMELER 3

SEVGİLİYE NAMELER 3

21 Haziran 2013

SEVGİLİYE NAMELER  3 Leo Jogiches Litvanya’dan geliyordu. Litvanya’nın başkenti Wilno’nuıı kendine özgü bir toplum yapısı var- dı: Litvanyalılar, Polonyalılar ve Museviler, her biri zen- gin birer kültürel güç olarak Ruslaştırma karşısında zorlu bir savaş vermekteydiler – sosyalizmi ve devrimi özellikle çekici kılan bir savaştı bu. Jogiches 1867’de zengin ve ünlü bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş ti. Büyükbabası Jakub’un evi Wilno aydınlarının bu- luşma yeriydi. Babası Samuel, Leo daha çok küçükken ölmüştü. Leo, annesi Zofia’yı taparcasına severdi; an- nesinin varlığı yaşamı boyunca Leo’nun en büyük güç kaynağı olacaktı. 1898’de annesi öldüğünde. Luxem- burg’a «…artık kimsem kalmadı.» diye yazacaktı; oysa kızkardeşi Emilia ile erkek kardeşleri Josef ve Pavel Rolo VVilno’da yaşamaktaydılar. Jogiches liseden ay- rılıp işçi olmuş, kendini devrime adamıştı. 1888*de ey- lemlerinden ötürü birkaç ay tutuklu kalmış, 1890’da da yurt dışına kaçmıştı. Bağımsız geliri ona dışarda ayrı- calıklı bir konum sağlıyordu: bir baskı makinesi satın alabiliyor, parti yayınlarının giderlerini ve Luxemburg’ un geçimini üstlenebiliyordu. Para ikisinin ilişkisinde her zaman için bir sorun, mektuplarda sık sık değinilen bir konuydu. Bir egemenlik boyun eğme ilişkisi bağla- mında hem sembolik hem de psikolojik bir anlam yük- leniyordu. Wilno’daki günden güne sürdürülen yeraltı faali- yetinden uzak düşen Jogiches. İsviçre’deki Rus siyasi kaçakları ile de bir fikir birliğine varamadığından, Pa lonya’daki harekete ancak Luxemburg aracılığıyla ka- tıldı. 1914’e kadar SDKPİL’in Merkez Komitesi üyeliği dışında politik bir eylemi olmadı. Partinin mütevazi bo- yutları (1893’te 200 üyesi vardü-Jogiches’in siyasi tut kularını karşılamaktan elbetteki çok uzaktı. Her ikisi- nin de Zürih Üniversitesi’nde öğrenci oldukları 1890 – 1897 yılları boyunca ayrı evlerde, ama, istediklerinde bir- birlerini kolayca görebilecekleri uzaklıkta yaşadılar 1893’te. yirmi üç yaşındaki genç kadının bir toplulukönünde yaptığı ilk konuşma, Sosyalist Enternasyonalin Üçüncü Kongresi’ndeki konuşması, bir olay olarak ni- teleniyor ve Luxemburg bir yıl sonra SDKP’nin yayın organı olan İşçi Davast’mn (Spraıoa Robotnicza) genel yayın yönetmenliğine getiriliyordu. Gazete,

SEVGİLİYE NAMELER

SEVGİLİYE NAMELER

21 Haziran 2013

  SEVGİLİYE NAMELER çıran sihirbaz misali, önce gücünü yitirdiğini anladı, hemen ardından Lııxemburg’u da yitirdi. Ayrılmaları kesinleştikten sonra, 1907’de, ayrı ya şamaya başladılar; ayn ama iki yabancı olarak değil Jogiches’in onu geri kazanma çabaları sonuç vermedi ıstırap girdi aralarına, hiddet girdi, ama kanbağı kop- madı. Birlikte çalışmayı sürdürdüler: gençliklerinin toplumsal devrim düşleri el değmemiş temizliklerini ko- ruyordu. Luxemburg’un yaşamında başka aşk hikâyeleri de oldu, anlamsız, küçük maceralar. Belki de Jogiches’e. ya da kendine, ispatlamaya çalıştığı bir şeyler vardı «Senin sevgine ihtiyacım yok… Onsuz da yaşayabili- rim» diye yazmıştı bir zamanlar Jogiches’e. Oysa ne o zaman, ne de daha sonra, bunu başaramadı. Yıllarca önce, bir karşılık görmemenin kızgınlığı içinde, «Seni öl- dürebilirim!»» diye haykırmıştı. Onu öldürmedi. Yaşam taklidi bir şeyi tek başına sürdürdü – 1919 Ocağında öldürülünceye kadar. Aradan iki ay geçmeden, onun ka- tillerinin izini süren Jogiches de aynı biçimde öldü rülecektiv Kadın olarak ve Musevi olarak Luxemburg ezilen iki sınıfı temsil ediyordu. Onun gençlik yılları, her iki- sinde de tedirgin kıpırtıların başladığı yıllara rastlar. Polonya’da kadınların durumu Avrupa’nın öteki Katolik ülkelerindeki kadınların durumundan pek fark- lı değildi: Yüzyıllar boyu alçakgönüllü ve yumuşakbaş- lı olmanın erdemleri öğretilmişti onlara; feodal-babaer- kil aile ortamlarında günah ve cezalandırılma korkusuy- la yetiştirilmişlerdi. Toplumsal konumuna göre kadın- dan ya kendine uygun bir erkekle topraklarını birleştir- mek ya da toprak işleyecek çocuklar doğurmak ama- cıyla yararlanılmıştı. Polonya folklorunda, ve belki de gerçekte, ilk «özgürleşen»» kadın, kocasını zehirleyerek ekonomik ve dolayısıyla kişisel, bağımsızlığını kazan mış bir duldu.Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Polonya’da da sanayileşme var olan düzeni sarstı; para ve iktidar el değiştirdi. Feodal seçkinler —yani Katolik Kilisesi ve babadan oğla geçen soyluluk kurumu— yeni bir elitin doğumuna tanık oluyordu: burjuvazi. Yoksullaşan soy- lular artık ne kahraman şövalyeleri ne de duygulu genç kızları besleyebiliyordu. O güne dek, gücü babasının soyundan ve mülkünden kaynaklanan erkek bundan böyle zihinsel

Düzgün adam, adam mı

“Düzgün adam”, adam mı?

19 Haziran 2013

“Düzgün adam”, adam mı? Eyvahlar olsun! Düzgün adam diye diye ayvayı yediği- mizin resmidir. Anneannelerin gençliğimizi tükettiği yetmiyormuş gibi, pırtladı pırtladı şimdi de Internet’te “www.duzguna- dam.com.” pırtladı. Buyurup buradan yakalım dedik, siteye kaynadık tabii. Bakın siz şu düzgün adamın tarifine. Iyyy, tüylerim şim- diden diken diken valla. Anneanne top3, düzgün adam tanımında kafadan liste başı; geleceği parlak iş, hava atılası bir eğitim ve dolgun cüzdan. Peşinden iyi otomobil (yani cip), düzgün fizik, marka ve moda kılıklar, temiz ve bakımlı olmak, haftada bir saç tıra- şı (diş ipi yoksa kavga ederiz), sporcu, sosyal, hayvanları seven, Latin, klasik ve jazz başta olmak üzere geniş bir mü- zik yelpazesine sahip (Sezen Cumhur Önal gibi), üstüne bir de salsa, samba, tango kıvırtmakta kusur etmeyen (Tolga- han gibi), iyi seks yapan; o da yetmiyor, aldatmayan falan da filan… Hazır ayaktayken üç su yerleri silip ütü de yapsın bari. Bu ne be? Paket güzel de, içi nasıl içi? Acı var mı acı? “Adam” göremiyorum Sizin tarife uygun tiplerden yazlan Reina’da, kışları Eti- ler Şamdan ve Nişantaşı’nda gani. Ama ben içlerinde düzgün adam, çok pardon, “adam”göremiyorum, ya siz? Olsa olsa konu mankeni olurlar, dost- lar da alışverişte görür. Ortalık iki diploması, Range Rover arabası, kolunda Bvlgari saati, Göcek’te yatı, Papermoon’da masası, Akmer- kez Residence’ta katı olan acurlardan geçilmiyor, gözünü- zün yağını yiyeyim yani. En iyi mevkilere gelir, gazetelere kasım kasım kasılarak röportaj verir, terliden terfiye koşar, ama eve gelince karı- sını hırpalar, aşağılar, çocuğuna harçlık vermez, boşanınca öz evladını tanımaz, garsonlara köpek muamelesi çekerler. Öyle düzgündürler işte! Açtırmasınlar bayramlık ağzımı şimdi. Bizim kızlar da iyi kısmetiyle Bebek’te oturacak, böyle bir adamı kafeslediği için kendiyle gurur duyacak, anasının göğsünü kabartacak ya, düşünmeden evlenirler bu “düz- gün adam”larla. Sonra gelsin metresler, gitsin kavgalar, bel- ki alkol, belki itiş kakış. E tabii bir de “aman kol kinisin yen içinde kalsın”

sana geldim

sana geldim

16 Haziran 2013

sana geldım, “Hazır olacağız.” Telefonu kapattıktan sonra arkama yaslanıp bir nefes ver- dim; sıcak bir banyoya ve bir orgazma ihtiyacım vardı. Gide- on Cross, onu düşünerek mastürbasyon yaptığımı bir şekil- de öğrenecek bile olsa umurumda olmazdı artık. Cinsel açı- dan tatminsiz olmak duruşumu zayıflatıyordu ve onun böy- le bir sıkıntısının olmayacağını biliyordum. Daha günün so- nu gelmeden alternatif bir önceden onaylanmış girinti bula- cağından emindim. Yürüyüş ayakkabılarımı giymek için topuklularımı çıka- rırken telefon tekrar çaldı. Annemi uzun süre oyalamak ko- lay değildi. Konuşmamız bittiğinden beri geçen beş dakika, tam da onun cep telefonu konusunu halletmediğimizi fark et- mesi için gereken süreydi. Bir kez daha, telefonu duymazdan gelmeyi geçirdim aklımdan ama günün pisliklerini eve taşı- mak da istemiyordum. Her zamanki gibi yanıtladım telefonu ama sesimde her za- manki coşku yoktu. “Hâlâ seni düşünüyorum.” Cross’un sesinin kadife hırıltısı beni öyle bir rahatlama hissine boğdu ki, aslında onu tekrar duymayı ummakta oldu- ğumu fark ettim. Hem de bugün. Tanrım. Duyduğum arzu öyle kuvvetliydi ki onun bedenim için bir tür uyuşturucu haline geldiğini, son zamanlarda yaşa- dığım uçuk kafaların bir numaralı kaynağı olduğunu anladım. “Seni hâlâ hissedebiliyorum, Eva. Tadın hâlâ damağımda. Senden ayrıldıktan sonra iki toplantı, bir de telekonferans yaptım, ama benimki hâlâ inmedi. Avantaj sende; talepleri- ni bildir.” “Ah” diye mırıldandım. “Bir düşüneyim.” Cary’nin Cross’u eli böğründe bırakmak konusunda söy- lediklerini anımsayarak gülümsüyordum onu bekletirken. “Hımmm… Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Ama sana dostça bir65 önerim var. Git kendine, salya sümük ayaklarına kapanıp sana kendini tanrı gibi hissettirecek bir kadın bul ve onunla biraz vakit geçir, ikinizin de yürüyecek hali kalmayana dek düzersin onu. Pazartesi günü beni gördüğünde bu sorunu at- latmış olursun böylece ve hayatın da her zamanki obsesif- kompulsif düzenine dönmüş olur.” Telefondan duyulan deri gıcırtısı üzerine, onu koltuğun- da arkasına yaslanırken hayal ettim. “Bu senin tek hakkın- dı, Eva. Bir daha

muzlu pasta 9

muzlu pasta 9

muzlu pasta  9 EYVAH! GEÇ KALIYORUM! “Hayatı seviyor musun? öyleyse zamanını israf etme, çünkü hayatın yapıldığı madde zamandır.” Benjamin Franklin Bu paniğin en bilinen belirtilerinden biri “Bu ilişki nereye gidiyor?” sendromudur. Bir ilişki sürdükçe sürüyor ve ufukta evlilik görünmüyorsa, o zaman durup bir düşünmelidir, iliş- kinin sonu bir yere varmayacaksa, vakit kaybetmemelidir. İşte bu psikolojiyle güzelim ilişkiler bir çırpıda bitirilir. İçimizde, “Sonu nereye varırsa varır. Mühim olan yaşanı- lan güzel anlardır.” deme cesaretini gösterebilen aslan yürek- lilerin sayısı pek azdır. Öylesine şartlandırılmışız ki. Çocukluk günlerimizden beri, oyuncak olarak elimize hep bebekler, plastik çay-kahve fincanları, küçük ocaklar, tencere- ler filan verilmiş. Bebeklerimizi pışpışlamış, altlarını temizle- miş, saçlarını taramış-örmüş, onlara kıyafetler dikmişiz. Haya- li misafirlerimize görünmez yemekler pişirip boş tabaklarda ikram etmişiz. Gelecekte üstleneceğimiz “anne”lik rolüne daha o zaman- dan, böylece hazırlanırmışız. Gelecekte izleyeceğimiz yol, yani evlenip çoluk çocuğa ka- rışmamız gerektiği, bilinçaltımıza böylece işlenirmiş. Kafalarımızın içinde bu kayıtlarla yaşarken, toplumda ya- şanan model yine bu iken korkmamak mümkün mü? Üstelik anne-babalann endişe dolu bakışlarını üzerinde hissederken, yakın arkadaşlann teker teker bekârlığa vedaBanu özdemir 85 edişlerine şahit olurken, sağdan soldan otuz beşinden sonra çocuk doğurmanın riskli olduğunu duyarken ve tüm bunlar olduğunda hâlâ bekârken… Panik olmamak mümkün mü? Kimilerimizin omuzlan bu baskılar altında gün geçtikçe daha bir çöker. Kimilerimizin önceliği her şeye rağmen hâlâ kariyeridir, bu baskılan duymazdan, görmezden gelir. Ne var ki bu baskılar gerçekten çok kuvvetlidir. En baba- yiğidin bile üzerine kâbus gibi çöker, perişan eder. Sanıyorum bu konuda en zorlandığımız anlar, işyerinde iz- lemek zorunda kaldığımız “hamilelerin geçit törenlerf’dir. Özellikle büyük şirketlerde -nüfus kalabalık olduğu için- hamileler hiç bitmez. Evli genç kadınlar arka arkaya hamile kalırlar. Hatta öyle bir denk getirirler ki (bu ayarlama nasıl ya- pılır, aralarında bir danışıklı dövüş mü vardır, bir bilen varsa lütfen söylesin!) aynı anda -biri hamileliğinin başında, biri or- tasında, biri de sonunda-

muzlu pasta 8

muzlu pasta 8

15 Haziran 2013

muzlu pasta 8 Neleri Dert Ediniriz? —    Ben ona “Aşkım” yazdım, o bana cevabında “Canım” dedi. Acaba çok mu anlam yükledim? Aynı şeyleri hissetmi- yor muyuz? Belki de hissetmiyoruz ve beni frenlemek isti- yor… —    Nereden çıkarıyorsun bunları canım yaaa… Belki işte başı çok kalabalıktı ve bir çırpıda yazdı… Bence boşuna endi- şeleniyorsun… Hem zaten erkekler bizim kadar duygu yüklü olamıyorlar, canım-cicim yapamıyorlar ki… —    Ama bak bitirirken ben ona “Muckssssssssssss” yazmış- tım, o bana “Öptüm” demiş…. Yok yok, beni sevmiyor gali- ba… Üffffff… Daha Daha Neler Konuşuruz? —    İlk g-sfringimi 96 yılında giymiştim. —    96 mı? O zamanlar g-string var mıydı ki? Ben sanıyorum 99’da filan giydim… —    Vardı vardı ama yeni çıkmıştı. Öyle çok yaygın değildi. Nasıl rahat ettim, anlatamam. —    Ay gerçekten çok rahatlar. Şimdi eski tipler bana baba- anne çamaşırı gibi geliyor. Giyenleri resmen küçümsüyorum! —    Sen her gün mü giyiyorsun? Ben periyodik günlerde ra- hat edemiyorum ama. —    Yooo… Ben gayet iyiyim. Hiç üstümden çıkartmıyorum. —    Erkeklerde de boxer\ar hoşuma gidiyor benim. —    Aaa, benim de hoşuma gidiyor bak. Ama bazısı çok ra- hat edemiyormuymuş ne? Halbuki ne rahat görünüyorlar de- ğil mi?—    Evet evet… Ben de duydum, bazısı sevmiyormuş. Eski erkek arkadaşım baba tarzı giyiyordu, gittim bir düzine boxer aldım… —    Ayıp olmuştur çocuğa! —    Aman ne olacak canım! Bir de onların yanına çeşit çeşit atletler almıştım; V yakalısı, yuvarlak yakalısı… —    Ay benim bir de Calvin Klein tarzı çok hoşuma gidiyor… Offf nasıl seksi duruyor anlatamam…HOŞGELDİN OTUZ YAŞ “Bizim neslimiz Büyük Depresyonu ya da Büyük Savaş’ı yaşamadı Bizim savaşımız ruhsal bir savaş. Bizim depresyonumuz kendi hayatlarımız…” Tyler Durden-“Fight Club” Otuz yaşın kapıyı çaldığı gün, yirmi dokuzdan otuza sade- ce bir yıl geçmiş olsa da, insan beton duvara çarpmış gibi olu- yor. Bu yeni yaşa adapte olabilmek başlangıçta zordur. Aynaya bakılır. Evet. Ufak-tefek çizgiler,

muzlu pasta 6-

muzlu pasta 6-

29 Mayıs 2013

muzlu pasta  6- Neleri Dert Ediniriz? —    Ben ona “Aşkım” yazdım, o bana cevabında “Canım” dedi. Acaba çok mu anlam yükledim? Aynı şeyleri hissetmi- yor muyuz? Belki de hissetmiyoruz ve beni frenlemek isti- yor… —    Nereden çıkarıyorsun bunları canım yaaa… Belki işte başı çok kalabalıktı ve bir çırpıda yazdı… Bence boşuna endi- şeleniyorsun… Hem zaten erkekler bizim kadar duygu yüklü olamıyorlar, canım-cicim yapamıyorlar ki… —    Ama bak bitirirken ben ona “Muckssssssssssss” yazmış- tım, o bana “Öptüm” demiş…. Yok yok, beni sevmiyor gali- ba… Üffffff… Daha Daha Neler Konuşuruz? —    İlk g-sfringimi 96 yılında giymiştim. —    96 mı? O zamanlar g-string var mıydı ki? Ben sanıyorum 99’da filan giydim… —    Vardı vardı ama yeni çıkmıştı. Öyle çok yaygın değildi. Nasıl rahat ettim, anlatamam. —    Ay gerçekten çok rahatlar. Şimdi eski tipler bana baba- anne çamaşırı gibi geliyor. Giyenleri resmen küçümsüyorum! —    Sen her gün mü giyiyorsun? Ben periyodik günlerde ra- hat edemiyorum ama. —    Yooo… Ben gayet iyiyim. Hiç üstümden çıkartmıyorum. —    Erkeklerde de boxer\ar hoşuma gidiyor benim. —    Aaa, benim de hoşuma gidiyor bak. Ama bazısı çok ra- hat edemiyormuymuş ne? Halbuki ne rahat görünüyorlar de- ğil mi?—    Evet evet… Ben de duydum, bazısı sevmiyormuş. Eski erkek arkadaşım baba tarzı giyiyordu, gittim bir düzine boxer aldım… —    Ayıp olmuştur çocuğa! —    Aman ne olacak canım! Bir de onların yanına çeşit çeşit atletler almıştım; V yakalısı, yuvarlak yakalısı… —    Ay benim bir de Calvin Klein tarzı çok hoşuma gidiyor… Offf nasıl seksi duruyor anlatamam…HOŞGELDİN OTUZ YAŞ “Bizim neslimiz Büyük Depresyonu ya da Büyük Savaş’ı yaşamadı Bizim savaşımız ruhsal bir savaş. Bizim depresyonumuz kendi hayatlarımız…” Tyler Durden-“Fight Club” Otuz yaşın kapıyı çaldığı gün, yirmi dokuzdan otuza sade- ce bir yıl geçmiş olsa da, insan beton duvara çarpmış gibi olu- yor. Bu yeni yaşa adapte olabilmek başlangıçta zordur. Aynaya bakılır. Evet. Ufak-tefek çizgiler,

AŞKIN EVRELERİ

AŞKIN EVRELERİ

AŞKIN EVRELERİ Kime nerede, ne zaman ÂŞIK olacağımızı bilemeyiz. Böyle bir bilinç olsaydı aşk raflarda kalırdı, aranılan ve ar- zulanan olmazdı. Kimin evladı olduğumuz, hangi kültürde yetiştiğimiz, genetik kodlarımız ve karakter özelliklerimiz kime âşık olacağımızı belirleyen unsurlardır. Bu yüzden her karşımıza çıkana ÂŞIK olamayız. Aslında bir aydınlanma olan aşk, yıllarca kirlenen zihni- mizin aynı zamanda da ilacı oluyor. Gerçek AŞK insanı ken- di gerçekliğine götürüyor. Aşkın olmadığı zamanlarda insan sadece kendini ayakta tutacak şeylerin anlamlarını bilirken âşık olduğu zaman ilişkisi olduğu olmadığı onun için anlam ifade ediyor. İşte yaşamın tadı dediğimiz şey buradan geliyor. Birçok dinde, birçok dilde tüm âlimler Aşk’ı dizeliyor, resmediyor. Çünkü her ülke tarihsel aktarımında Aşk’ları, savaşları daha yoğun kullanıyor. Savaşın olduğu her yerde AŞK; AŞK’ın olduğu her yerde savaş oluyor. Beyin nasıl tam çözülemediyse AŞK da yüzde yüz bilinemiyor. Birçok başarı aşkla doğup bir çok hastalık aşkla iyileşebiliyor. Düşünsenize, âşık olan âşık olduğunun her noktasında hayat buluyor. Saçının telinden, eskimiş tişörtüne kadar. Do- kunduğu yerlerden dinlediği müziğe kadar her şey artık âşık olana geçiyor.Düşünün ki, âşık olan âşık olduğu için kendi zihnini ye- niden programlıyor. Tüm pozitiflik, olumlu bakış açısı, zevk alma dürtüleri, Polyannacılık motivasyon kanalları yüzde yüz çalışmaya başlıyor. Dertler tatlı, yükler hafif, cehennem cennet oluyor. Nefes olan her şey var olduğu için sevilip; nefes alamayan cansız eşyalar Aşka dekor olmaya başlıyor. Çünkü, dünya sen âşık olduğunda sana özel dizayn oluyor. Tüm dünyayı kendi gönlünde barındırabilen ÂŞIK, aşkı da, âşık olduğunu, da dünyayı da yaratana şükrediyor. Çünkü AŞK, yüzde yüze tamlığa, sisteme, evrene teşek- kürü getiriyor. Sayfalarca anlatsam da tarif edemediğim aşk içinde evre- ler taşıyor.

Sayfa 2 of 11 1 2 3 4 11