muzlu pasta 4-
muzlu pasta 4- KIZ MUHABBETLERİ “Kullandığınız kelimeler, nasıl yaşayacağınızı belirlerler.” Yunan Atasözü a) Ekonomi b) Politika c) Dekorasyon d) Yemek tarifleri e) Hiçbiri Bildiniz! Bunlar, “kız muhabbetlerinde en çok ne konuşulur?” soru- sunun çok seçenekli cevaplarıydı. Doğru cevap da hiç kuşku- suz “e” şıkkı, yani “Hiçbiri” idi. Tamam. Böylece, kız muhabbetlerinde ne konuşmadığımızı söyle- miş oldum. E ne konuşuyoruz o zaman? Erkekler… İlişkiler… Erkekler… İlişkiler… Erkekler… Haftanın beş günü, günde minimum sekiz saat çalışıyoruz. Hayatımız enflasyon tahminleri, kur varsayımları, ithalat mev- zuatındaki değişiklikler, A tipi fonlar, B tipi fonlar, C tipi fon- lar arasında geçiyor. Bizler iş kadınlarıyız. Makro düşünür, mikro uygularız. İş- lerimizde uzmanlaşmışız, çok iyi işler ortaya çıkarırız.Ama biz kadınız! Süslü unvanlarımız ve başarılı kimliklerimizin arkasında her birimiz birer kadın. Duygusalız. Süslenmeyi, iyi giyinmeyi, güzel olmayı ve beğenilmeyi çok severiz. Gezip tozmaya, eğlenmeye bayılırız… Sevgililerimize taparız. Hal böyle olunca da, ne enflasyon ne de İMKB, gerçekte il- gimizi çeken konular çok farklıdır. Pudranın markası, iyi kaş alan manikürcünün adresi, bir haftada hiç rejimsiz üç kilodan kurtulmanın sırrı, lazer epilas- yoncuya ne kadar para ödendiği, gerçekten işe yarayıp yara- madığı bizim dünyamızdaki en önemli stratejik bilgilerdir. Aramızda müthiş bir istihbarat ağı kurup tüm bu bilgileri paylaştığımız gibi, erkeklerle ilişkilerimizi de kritik üzerine kritik ederiz. Sadece kendimizinkileri değil, tanıdık tanımadık kim varsa, tüm ilişkileri masaya yatırır ve adeta moleküllerine ayınnz. Ne teoriler, ne kuramlar geliştiririz biz. Teknolojinin iler- leme hızından da büyük bir hızla, birbirimizin teorilerini çü- rütecek yeni hipotezler atanz ortaya. Her bir teori, bir diğerini çürütür. Hayatın en büyük bilinmezidir ilişkiler. O kadar kafa pat- latırız ama iyi ilişkinin formülünü bir türlü bulamayız. İyi ilişki eşittir aşk artı sevgi artı saygı diyemeyiz. Denkleme mutlaka bilinmeyen birtakım değişkenler eklenir: ya bir eski sevgili, ya bir yenisi, ya depresyon, ya tatminsizlik, ya kafa karışıklığı, bir şey çıkar ve bu denklemi …
muzlu pasta 3-
muzlu pasta 3- — Boşveeeeeeeer… Ben diyordum sana, o adam beş para et- mez diye… Yok yok, belliydi… Ben o hareketinden anlamıştım zaten… Çok iyi yaptın! Sürtülsün burnu biraz! Bak filancanın sevgilisi de çok çektiriyordu kıza… Terk et dedik, terk etti… Şimdi adam kızın altına arabayı çekti, yüzüğü de taktı! * En nefret ettiğim durum nedir, bilir misiniz? Kuaförde bir sürü işkenceye tabi tutulur ve sonunda dışarı tamamen “sıfırlanmış” olarak, pırıl pırıl çıkarsınız. Sanki artık ömrünüzün geri kalan kısmını böyle geçirecekmişsiniz gibi. Ancak bu bakımın üzerinden daha bir gün bile geçmeden pırıltı hemen sönmeye başlar. İlk gün saçın fönü, üçüncü gün ojeler bozulur; yedinci günde tüyler tekrar baş gösterir ve pü- rüzsüzlük hissi kaybolur. Sanki boşa kürek çekiyormuşuz gibi, aynı terane tekrar başlar… Peki bu bakımsal durumlar kuaförle biter mi? Kesinlikle hayır… Kimi zaman çamurlara bulanır, kimi zaman naylonlara sa- rılır, kimi zaman oranıza buranıza elektrik kabloları bağlanır, kimi zaman da tüylerinizin teker teker yolunmasını veya on- lardan tümüyle kurtulmak için etinizin her bir milimetrekare- sine batırılan iğnelerin acısına katlanırsınız… Ve güzellik uğruna daha ne işkenceler çekersiniz… * istikrar yok. Kalça, göbek toparlamak ve daha bir “/it” olmak için “tae- bo”dan tutun da “kanguru aerobiği”ne kadar her türlü faaliye-Banu Özdcmir 37 te sardırırız. Koşu bantlarının, “climber”lann, “/ree runner”\a- rın tepesinden inmeyiz. Ta ki iki santim incelene kadar. Elbette haftada iki günden, üç ayda ve rejimsiz daha iyi bir sonuç çıkmaz ki… Tüm bu çaba, topu topu bu kadarcık incelebilmek içindir. Aslında harcanan bu çabanın ve dökülen terlerin amacı top model ölçülerine ulaşmaktır ama, bu tempoya ömür mü daya- nır? Böylece, sportif faaliyetlerimizin ömrü zor belâ üç ayı bu- lur. Ufaktan ufağa aksatmalar başlar ve sonra hepten bırakılır. Hani zaten iki santim de incelinmişti ya, bu kadar spor can sağlığıdır. Yaza 1-2 ay kala, -plajlarda bikini ile boy göstermek zorun- da …
muzlu pasta 2-
muzlu pasta 2- — Doğru, en mantıklı olanı buydu zaten.. İki saattir tartışı- yoruz, printer honveyör girişinde olursa süreç daha hızlı işler. Arkadaşım yine kulağıma eğildi: — Şuna baksana! Açık renk ruj hiç iyi gitmemiş… Bence koyu renk sürse daha hoş olurdu! Baksana kırk yaşında ama yüzünde tek bir kırışıklık bile yok! Acaba ben mi yanlış görü- yorum? Sen de baksana, ışıktan mı böyle gözüküyor? Yok ca- nınım, tek bir çizgi bile yok. Taş gibi bir cilt. Kırışıksız da olu- nabiliyor demek… Ben kırkıma geldiğimde nasıl olacağım? Yediklerime çok daha dikkat etmem lazım. Öğlen yemekte bol salata yiyeyim bari… Şu abur cuburu artık kesmeli… Offf.. Şimdi yine sadece salata diye niyetlenip tüm çeşitlerden dol- dururum tepsiye. Sahi yemeğe ne kadar kaldı? — Saat 11.30. Daha bir saat var… Ben de atmam gereken maili atamadım hâlâ! Toplantı bir an önce bitse de işimi hal- ledebilsem! Arkadaşıma laf yetiştirmeye çalışırken; katılımcılardan bi- rinin, “Her şey online basılsın! Her şey online basılsın!” diye odada çınlayan sesi, beni tekrar toplantının içine çekti. Yahu, en son bıraktığımda printeri konveyör başına koya- cak ve aplikatör almayacaktık. Aplikatör alımı niye tekrar gündeme gelmişti ki? Panik vaziyette konuşulanlara pür dikkat kesilip, arada ka- çırdığım noktaları yakalamaya çalıştım… Kafamda beliren so- ru işaretlerini soramıyor ve “Ya az önce biri sorduysa, rezil ol- mayalım şimdi,” diye düşünüyordum! Toplantının en zor, kendimi perişan ettiğim anlarıydı bunlar… Neyse ki vaziyeti toparlamam uzun sürmedi ve ben yine görüş belirtmeden duramadım tabii:Banu özdemir 33 — Bcnce yine de en iyisi aplikalör kullanmayalım. Bu işi sadece printer\c çözebiliriz. Hem daha ucuz hem de çabuk bir çözüm bu… Evet, bu görüşün taraftarları tekrar ses vermişlerdi… Tar- tışmalar yine sürüp gidiyordu… Arkadaşım yine kulağıma offffladı: — Saat 12.15 oldu … Bitmedi gitti toplantı! Acaba bir ka- rar çıkabilecek mi, yoksa yine bir sonraki toplantıya mı erte- lenecek? …
muzlu pasta 1-
TOPLANTILAR MOPLANTILAR Düşüncelerle oynuyordu… Onları havaya fırlatıyor, değiştiriyor, elinden kaçırıyor, sonra yakalıyor; imgelerle onları yanar döner yapıyor, paradokstan kanatlar takıp uçuruyordu. Oscar Wilde Şimdi günler nasıl geçiyor derken, haftanın minimum beş gününü geçirdiğimiz iş yerlerimizdeki en büyük faaliyetimiz olan toplantıları mercek altına almamak olur mu? Olmaz! Bazen bütün gün geçer o toplantılarda, biri biter diğeri başlar. Ama bazen ortalık sakindir. Ajanda o gün boştur. İnsan boş hisseder kendini, sanki bir işe yaramıyormuş gi- bi… Çoğu zaman şikâyet edilir, “Ömrümüz toplantıda geçiyor, ne zaman iş yapacağız biz?” denilir. Ama toplamışız bir gün olduğunda da durum garipsenir. O toplantılar arası koşturmaca farkında olmadan bizi daha verimli kılar aslında. Aksi durumda gevşenir… Bir yerde okumuştum, “Dikkat en fazla yirmi dakika topla- nabilir,” diye. Gerçekten aralıksız yirmi dakika dikkat topla- nabiliyorsa bravo vallahi! Çünkü biz otuzlu yaş kadınlarının beyinleri öyle bir çalışıyor ki, bir yandan o toplantıları idare ederken, diğer yandan kafamızın içindeki diyaloglara laf yetiş- tiriyoruz… Aynı anda birkaç iş yapmak, yoksa şehir hayatının getirdi- ği koşturmacanın bize bahşettiği bir alışkanlık olabilir mi?30 30 Mumlu Pasta Sanki sirkte yapılan, aynı anda çene, eller ve tek bir ayak üzerindeki çubuklarda porselen tabak çevirme gösterisi gi- bi. Aynı anda hem telefonla konuşup, hem de masanızın yanı- na gelip size soru soran kişiye cevap vermeniz gibi… * Neyse, ben konuyu çok uzatmadan size bir toplantı sırasın- da biz otuzlarındaki bekâr kadınların kafasının içinden neler geçer, onları ispiyonlayayım… Ancak itiraf etmeliyim ki, bu istihbaratı size verebilmek için özellikle yakın zamanda katılmış olduğum bir toplantı- dan esinlendim. Bu öyle bir toplantıydı ki, yarım saat sürmesi beklenirken tam üç saat sürmüştü… Proje tam beş yıl önce başlamış ancak zamanla öncelikler değiştiği için durdurulmuş, bugün yeni- den karşımıza çıkmıştı. Bu toplantıda kuracağımız sistemin iş- leyiş şekline ve ne ekipman almamız gerektiğine karar verme- miz bekleniyordu. * Toplantının ilerleyen dakikalarında birden …
Buluşma Aşaması
Buluşma Aşaması İlk iki aşamayı geçtiyseniz bir şekilde sorunlar çözülmeye başlanmış demektir. Yani her ikiniz de ilişkinin getirdiği bir- çok problem ve güzellikte ortak noktada buluşabiliyorsunuz. Neden bu aşamaya buluşma diyorum? Çünkü ilişki doğ- ru ve yanlışta, güzel ve çirkinde aynı yerde buluşabilmektir. Daha çok aynı şeyleri düşünüp daha çok empati kuruyorsu- nuzdur. Artık mutlu olmak için çok fazla bir şey yapmaya gerek yoktur. Çünkü birlikte yaptığınız birçok şey mutluluk verir. Özellikle evliliklerde ilk iki üç sene geçilebildiğinde bu aşa- ma, yani buluşma aşaması sağlıklı yaşanmaya başlanır. Siz de biliyorsunuz ki artık birçok evlilik bu aşamaya gel- meden bitiyor. özellikle evli çiftlerin etrafında olanlar buna dikkat etme- lidir. Evliler ilk iki senede birçok sorun karşısında başarısız olup tartışabilirler. Eğer ki çok büyük hatalar, ağır psikolojik durumlar, şiddet ve aldatma yoksa anlayışla karşılamak ge- rekir. Bu durumlar yoksa hemen ayrılın gibi zararlı telkinler vermemek gerekir. Aslında bu aşama evli çiftler için çocuk yapmaya idealdir. Çünkü çocuk dünyaya muhteşem güzel- likleri ve aynı zamanda yorucu sorumluluklarıyla gelir. Eğer sevgiliyseniz ve bu aşamaya geldiyseniz ileriye doğ- ru daha ciddi kararlar alabilirsiniz demektir. Çünkü buluş- ma aşamasından sonra süreyi çok uzatmak da can sıkmaya başlar. Her şey rutinleşir ve nötrleşir.
duyguların rengi -2
duyguların rengi -2 Kişilik Yaşlandıkça sosyal ilişkilerde azalma gözlenir. Yenilikle- re, yeni şeyler yapmaya ve öğrenmeye karşı yaşlılar uıtucu olur. Çevreye ilgileri azalır, sosyal ilişkileri gittikçe azalır. Bu durum genellikle yapamamaktan ve hareket zorlukların- dan kaynaklanır. Ölümler nedeniyle sosyal çevreleri azalır, yeni ilişkiler kurmak zorlaşır. Yaşlılıkta kişiler aşırı tutum- lulaşır, mal ve para düşkünlüğü artar. Gerçekte çok da ge- rek duymadıkları, duymayacakları şeylere aşırı bağımlılık göstermeye başlarlar. Aslında yaşlılık dönemi Erikson tarafından benlik bü- tünlüğünün tamamlandığı dönem olarak tarif edilir. Bu- nun anlamı kişinin geçmiş yaşannların tümünün kendine ait olduğunu kabullenişi, geçmişle ilgili pişmanlıklar ve öz- lemler taşımamasıdır. Bunu sağlayabilen yaşlılar için gele- cek belirlidir, ölümden korkmazlar. Gençlere kızmaz, onla- rın haklarına saygılı olur ve önem verirler. •Tüm bu gelişimleri, yaşlının daha önceki kişilik özellik- leri, yaşlılıkla birlikte oluşan hastalıklar, aldığı ilaçlar, kişisel kayıplarla bağlannlıdır. Hastalıklar ve ilaçlar yaşlının zihin- sel, bedensel ve kişilik gelişimini olumsuz etkileyen durum- lardır. İyi bakım, devam eden sosyal ilişkiler, çocuklar ve to- runlarla paylaşılan zamanlar yaşlıların bu dönemi daha sağ- lıklı geçirmelerini sağlayan önemli sosyal desteklerdir. Toplumumuzun önemli geleneklerinden biri yaşlılara saygı ve bağlılıktır. Yaşlılar genellikle bakımlarını sağlayama- dıkları zaman, gençlerle birlikte yaşamaya başlarlar. Ya da en azından yakın yerlerde otururlar ve sorunlar paylaşılır. Değişmeye başlayan toplumsal yapılardan biri de, insanlararası mesafeler, yalnızlaşma ve ayrışmadır. Bu durum yaşlı- ların son dönemlerini yalnız geçirmelerine neden olmakta- dır. Sosyal kurumların arttırılması daha önemli hale gelmiş- tir. Huzur evlerinin kimseleri olmayan insanların bulundu- ğu bir yer değil, yaşlı insanların sosyal çevre kurabilecekle- ri, bakımlarının yapılabileceği, sağlık kontrollerinin olacağı gerekli mekânlar olarak değerlendirilmesi gerekir. Hepimizin bir gün yaşlanacağı kaçınılmaz bir gerçek. Yapabileceklerimizi yapmış olmanın mutluluğu ve geleceği eğittiğimiz veya yetiştirdiğimiz kişilere teslim etmenin huzu- ru ile sağlıklı, çevremizde bizi seven ve değer veren insan- larla birlikte olmayı ummak, bunu sağlamaya çalışmak yaş- lanmayı güzelleştirecektir. Bu yazıyı Erikson’un …
duyguların rengi 1
duyguların rengi 1 Açın gazeteleri, dergileri sayfa sayfa zayıflama diyetleri, şişmanlığın tehlikeleri bir yanda. Öte yanda “Ne kadar za- yıf, o kadar güzel” haberleri, adeta bir deri bir kemik kadın görüntülerine övgüler… Gözden kaçan küçük haberler, “Yediklerini kusarak formunu koruyormuş” yazan ve alnn- da bir diyet listesi, bir diyet ürün reklamı, koca bir manşet: ŞİŞMANLIK KÖTÜDÜR, SAĞLIKLI VE HEMEN ZA- YIFLAYIN”. Evet, şişmanlık gerçekten kötüdür ve hastalık olabilir. Peki ya zayıflık hastalık olabilir mi? “Bedeninizin başkaları tarafından nasıl görüldüğü” sorusunun ön planda olduğu ergenlik dönemindeyseniz, günün modası zayıf kadınsa, aç- 108tığınız her yerde zayıf mankenler görüyorsanız, hele hele te- levizyon seyrederken, o zayıf mankenlerin çok beğenildiği- ni gözlüyorsanız; zayıflık bir hastalık haline gelebilir. Tüm bunlar, anne-çocuk ilişkisinde sorun, bağımsız olma isteği, kendi bedenini kontrol altına alma gibi psikolojik etkenler- le birleşince ortaya tedavisi zor, sonucu pek de hoş olma- yan bir şekilde zayıflık, anoreksiya nervoza hastalığı olarak belirebilir. Nedir anoreksiya nervoza? Yaş ve boy uzunluğu için olağan sayılan en az kiloda bu- lunmasına karşın, kilo almaktan ve şişman olmaktan aşırı korkmadır. Beden görüntüsünü doğru değerlendiremeyip, daha zayıf olmak için yemek kısıtlama, aşırı egzersiz yapma, yediklerini isteyerek çıkarma (parmakla, ilaç kullanarak vb) durumudur. Daha çok zamanımızın hastalığı olarak belir- miştir. Beslenme bozukluğu ve intiharlar nedeniyle ölüm- ler olmaktadır. Daha çok genç kız ve kadın hastalığıdır. Er- keklerde az görülür. Arada tıkınırcasına yeme süreçleri ol- duğu zaman hastalığın adı “bulimia nervoza” olarak belir- lenir. Bu gençler genellikle bağımlı, mükemmeliyetçi genç- lerdir. Başarılı, ailenin beklentilerine iyi yanıt veren uyum- lu çocuklardır. Nasıl tanırız? Daha önce şişman olsa bile, artık normal, hatta normal- den zayıf görünen biri, hâlâ şişman olduğunu ve zayıflama- sı gerektiğini söylüyorsa bir daha düşünmeli. Hele bu kişi15-25 yaş arasındaysa, yeme düzeni bize garip geliyorsa dik- katimiz artmalı. Bu hastaların kendiliklerinden doktora gitmeleri nadir- dir. Çoğu kez aşırı güç kaybı, …
duyguların rengi
duyguların rengi Şizofreni, hakkında yanlış bilgilerin çok olduğıı, bu ne- denle kimi zaman korkulan, kimi zaman hakaret kelimesi olarak kullanılan, aslında diğer hastalıklar gibi olan bir be- yin hastalığıdır. ‘Akıl Oyunları’ adlı filmle bir kez daha gündeme gelen, film nedeniyle biraz daha anlaşılan ama aynı zamanda tüm şizofrenlerin aşırı zeki, hatta dahi olduk- ları gibi yanlış bir bilgiyi de taşımaya başlayan bir sorun. Aslında şizofreni, düşünme, duygu ve davranışlarda bo- zukluklarla giden, insanın içe kapanarak, kendine ait bir dünyada yaşadığı, gerçeklerden ve insanlar arası ilişkiler- den uzaklaştığı bir hastalıktır. Genellikle genç yaşlarda (1 5 ila 25) başlamakla birlikte, daha geç yaşlarda da olabilir.Çok nadir olmayan bu hastalık, ne kadar erken yaşta baş- larsa yarattığı harabiyet o kadar fazladır. Nedenler Kesin neden bilinmemektedir. Ailede şizofren olması riski arttırır. Uzak akrabalarda olması ise daha düşük bir risktir. Genel olarak biyokimyasal etkenler önemlidir. Bi- yolojik yatkınlığı olan kişilerde, toplumsal ve çevresel olay- ların etkisiyle ortaya çıkar. Başlamasına ilişkin yanlış ina- nışlar vardır. Özellikle bazı yerlerde ‘kara sevdaya’ yakalan- manın, bazen de aşırı dayak yeme ya da benzer sıkıntıların şizofreniye neden olduğu düşünülür. Oysa bu tür stresler, sadece biyolojik yatkınlığı olan kişilerde hastalığın ortaya çıkmasına neden olurlar. Alevlenme dönemi dışında has- talar evlenebilir. Neler olabilir? Genel olarak çevreye ilgisizlik vardır. Konuşmada dağı- nıklık, kendine özgü anlamı olan kelimelerle, içerik olarak garip gelen konuşmalar, anlamsızlıklar, mantıksızlıklar ola- bilir. Duygularda azalma, tepkisizlik, dışa vurumda sorun- lar olur. Hareketlerde de bazı değişiklikler gözlenir. Dur- gunluktan aşırı hareketliliğe giden bozukluklar olabilir. Ba- zen sadece garip yüz hareketleri, tekrarlayan bazı hareket- ler, bazen de saldırgan davranışlar gözlenebilir. Algı ve düşünce bozuklukları şizofrenide önemlidir. Dikkatin çabuk dağılması yanında, önemli algı bozuklukla- rı olur. Bunlar halüsinasyonlar (varsanılar) ve illüzyonlara(yanılsamalar) neden olur. Yanılsama dışardan gelen uya- ranın yanlış algılanmasıdır. Karanlıkta çoğumuz uçuşan perdeyi başka bir şey gibi algılayabiliriz. Ama şizofrenide al- gılanan …
Türk erkeğinin romantizm şifresi
Türk erkeğinin romantizm şifresi Müjdeler olsun! Tarihin en büyük romantik jestleri açık- lanmış. “Al sana bir kaya, nereye dayarsan daya” şekli… Biz iki “aşkım”lı SMS üstü bir tutam saç okşanmasına göbek atarken, bakın ünlü kısmisi manitalarına neler yapmış… Ben Affleck, Jennifer Lopez’e yüz beş bin dolarlık taşlı otu- rak almış. (Abartsaymış!) Sevgilisi lüks içinde şeetsinmiş! Victoria Beckham, kocası David Beckham’a elli bin dolarlık özel parfüm yaptırmış. (David’e canımız feda!) Eric Clap- ton, arkadaşı George Harrison’ın karısına âşık olmuş. Leyla ve Mecnun’dan esinlenerek ona “Layla” şarkısını yazmış. Ve en bombası; John Hammes karışma, ev işleri kolaylaşsın diye çöp öğütücüsü icat etmiş. Ey kızlar! Sevgilinizin yaptı- ğı en romantik hareket neydi? Soranm size. Biiipü! Düşün- dünüz ve kaybettiniz. Bizimkiler icat etse etse gol sayma makinesi icat ederler. Doğum günlerinde, evlilik yıldönüm- lerinde, Sevgililer Günü’nde falan, şanslıysaruz bir buket çi- çek sardınverirler. Ayrıca bunların doğum gününüzde bilgi- sayar, yılbaşında da printer alanları çoğunluktadır. Yine kendilerine yani… Ya da şakır şukur hazırlandığınız evlilik yıldönümünüzde, kırmızı kurdeleye sarılmış üçlü teflon ta- va setini elinize sıkıştınverirler. “Bu üçlü tava setini şimdi mi kafana yemek istersin, yoksa sabaha mı kocacıııım?” Özel doğum günü makyajı yapsanız, “Bu ne Petek Dinçöz hali, çok abartmışsın” çeker. Siz şık şıkıdım yemeğe çıkma- yı bekleyip durmadan rujunuzu tazelerken, o üstte gömlek altta don ikinci lig maçı izler, sizi deli eder. Ne jesti? Ne ro- mantizmi? Boşuna beklentiye girmeyin, elalemin romantikhareketlerine özenmeyin. En azından uluslararası düzeyd hani. Ha, çok mu canınız çekti, o zaman işte size Türk eı keğinin romantizm şifresi: Yurdum erkeğinin gizli şeker mi sali gizli romantizmi vardır. Artın, Türk erkeğinin romantiz mi boğazdan geçer! Sevgilinizin romantik olup olmadığın anlamak için hemen kebapçıya gidin. Önce sizin sevdiğini: mezeyi ısmarlıyorsa… Lahmacunu siz “a” demeden acısi/ söylüyorsa… Siz sarımsak yemeden ağzına sarımsak koy- muyorsa… O erkek romantiktir! Sonraaa, yaptığınız vıcık vıcık kısın başım …
Kadınların “sen nasıl istersen tatlım” iktidarı
Kadınların “sen nasıl istersen tatlım” iktidarı Bu kadınları çöz çözebilirsen… Huyumuz kurusun, lafı dolandırmadan rahat edemeyiz. Öyle pat diye, küt diye is- teklerimizi söyleyemeyiz işte. Bu bir ev de olabilir, akşama akrabalara misafirliğe gitmek ya da gezmekten nefret eden bir abiyi dört gece beş gün haldır haldır İtalya turuna gö- türmek de… Yeter ki konuya doğrudan girmeyelim. Nasıl mı? Misal, akşam yemeğe çıkacaksınız ve sevgilinize nere- ye gitmek istediğini sordunuz. Kadının ilk cevabı yüzde doksan “Bana fark etmez, sen bilirsin” olacaktır. Pek tabii ki bir kadına herhangi bir şeyin “fark etmemesi” külliyen yalandır, dolandır. Nereye gitsek? Ey erkek kişi, eğer bu cevabın altında kalırsan üç vakte kadar sana surat asma, offflama hatta hatta “Sen beni sev- miyosuuaaan” olarak geri dönecektir. Şimdi kadın “Fark et- mez” buyurdu ya, zavallı adam da mesela “Kebapçıya gide- lim o zaman,” der. Kadından cevap: “Ayyy, çok kokanz şim- di.” Erkek: “Peki pizzacıya gidelim?” Kadın yüzünü buruş- turarak: “istiyorsan gidelim de, şimdi gece gece hamur ye- mesek?” Erkek hafif sinirlenerek: “Balıkçı?” Kadın: “Daha geçen gece annemlerle yedim.” Ve erkek tam tabirle tırla- tır: “O zaman söylesene nereye gitmek istediğini!” Sonuç; erkek sinirlenir ve sonunda herhangi bir yere gidilir ve bü- tün gece kadın surat asar, yemeği beğenmez. Ya da bin birtartışmadan sonra nihayet kadın sabahtan beri gitmek iste- diği yeri söyleyiverir ve mutlu mesut yemek yenir. E be ka- dın, başından söylesene ne istediğini, değil mi? Değil! Ay, kadın dediğin istediğini peşin peşin söyler mi hiç? Neden? Pek değerli kaynağıma göre (Why Men Lie And Women Cry/ Allan-Barbara Pease), kadınların isteklerini ipuçlany- la, dolaylı yoldan dillendirmeleri ve size dekoder muamele- si etmelerinin sebebi anlaşmazlıktan, çatışmaktan, boş ye- re tartışmaktan uzak durmak ve esas olarak dominant gö- zükmekten kaçınmakmış. Erkeğin alanına bulaşmak iste- miyoruz yani… Al sana tuzak! Bence bu bir tür hastalık. Kendi isteğini erkeğin isteğiy- …