Aşkın Oluşma Evresi

Aşkın Oluşma Evresi

24 Mayıs 2013

Aşkın Oluşma Evresi İlk 3 ayda oluşur, sonra 12 ay aşk yaşanır. Oluşma Evresi: Bu evre için sizin dışınızda gelişen şartlar meydana gelir. Ama bunu siz tasarlayamazsınız. Yani, akşam iş yemeğinde inşallah birine âşık olurum demekle olmuyor. Siz bilincinizle istediğiniz kadar ortam yaratın olmuyor. Oluşum evresi bu nedenle insanın kontrolünde değil. Eğer öyle olsaydı her insan kendi egosuyla şartları oluşturur ve sonuçta yalnız kalırdı. Yani secret, kuantum gibi tam anlayamadığım öğretilerle aşkın oluşma evresi programlanamaz. İnsan somut hayatı- nı, evini, arabasını, kariyerini dizayn edebilir. Hatta hedef haline getirip mücadele de edebilir. Ama aşk için bu geçerlideğildir. Odanızın duvarlarına âşık olmak istediğiniz kişile- rin ya da o özellikleri taşıyanların resimlerini koyup sabah akşam bakmakla olmuyor. Şunu bilin ki zaten bilinç dışımızda bu kodlar var. Bu nasıl bir egoysa onu bile biz yapmak istiyoruz. Olmaz, olamaz, çünkü insana yetmez. Belki bir toplantıya yetişmek için aceleyle metroya koştu- rurken, belki bir arkadaşımıza oturmaya gittiğinizde, belki mezuniyet gecelerinde, belki de hüngür hüngür ağlayarak yalnızlığınızla gezerken çıkar karşınıza. Mekân, zaman ve olay kendiliğinden oluşur. Ve bir yerlerde onu ilk gördüğü- nüz an zihninize bir kanca takılır. Artık içinizdedir. îşte ilk aşama, hoşlanma başlamıştır. Hoş geldin der yeni dünya. O ana kadar bedenindeki eski ruhu sıyırırsın yavaş yavaş. Deri soyulur gibi. Zihnin de bedeninden kurtulur. Hoşlanmadan sonra uzaklaşır bedenler. Herkes kendi evinde kancalarıyla kalır. Başlar akıl oyunları, zihnin egzer- sizleri, zannetme aktiviteleri. İçinde devleşen meraklarla ka- lırsın küçücük kendinle. Hoşlanma aşamasında hoşlandığımız kişinin tavırları, beden dili ve enerjisine dikkat kesilirsiniz. Her bir hareketi- nin sende bir anlamı oluşur. Görüşmeler sıklaşırsa oluşma evresinin yoğunluğu artar. Buluştuğunuz yerler önemli, konuştuklarınız değerli olmaya başlar. Her iki taraf da kendi zihninde karşı tarafın duymayacağı sorular sorar: Acaba mı? Olur mu? Gerçekten o mu? Yanıtlar evet oldukça eminlik artmaya başlar. İlk aşamada tavırlarını sevdiğiniz kişinin buluşmalar art-tıkça içini de sevmeye başlarsınız.

AŞKIN EVRELERİ

AŞKIN EVRELERİ

AŞKIN EVRELERİ Kime nerede, ne zaman ÂŞIK olacağımızı bilemeyiz. Böyle bir bilinç olsaydı aşk raflarda kalırdı, aranılan ve ar- zulanan olmazdı. Kimin evladı olduğumuz, hangi kültürde yetiştiğimiz, genetik kodlarımız ve karakter özelliklerimiz kime âşık olacağımızı belirleyen unsurlardır. Bu yüzden her karşımıza çıkana ÂŞIK olamayız. Aslında bir aydınlanma olan aşk, yıllarca kirlenen zihni- mizin aynı zamanda da ilacı oluyor. Gerçek AŞK insanı ken- di gerçekliğine götürüyor. Aşkın olmadığı zamanlarda insan sadece kendini ayakta tutacak şeylerin anlamlarını bilirken âşık olduğu zaman ilişkisi olduğu olmadığı onun için anlam ifade ediyor. İşte yaşamın tadı dediğimiz şey buradan geliyor. Birçok dinde, birçok dilde tüm âlimler Aşk’ı dizeliyor, resmediyor. Çünkü her ülke tarihsel aktarımında Aşk’ları, savaşları daha yoğun kullanıyor. Savaşın olduğu her yerde AŞK; AŞK’ın olduğu her yerde savaş oluyor. Beyin nasıl tam çözülemediyse AŞK da yüzde yüz bilinemiyor. Birçok başarı aşkla doğup bir çok hastalık aşkla iyileşebiliyor. Düşünsenize, âşık olan âşık olduğunun her noktasında hayat buluyor. Saçının telinden, eskimiş tişörtüne kadar. Do- kunduğu yerlerden dinlediği müziğe kadar her şey artık âşık olana geçiyor.Düşünün ki, âşık olan âşık olduğu için kendi zihnini ye- niden programlıyor. Tüm pozitiflik, olumlu bakış açısı, zevk alma dürtüleri, Polyannacılık motivasyon kanalları yüzde yüz çalışmaya başlıyor. Dertler tatlı, yükler hafif, cehennem cennet oluyor. Nefes olan her şey var olduğu için sevilip; nefes alamayan cansız eşyalar Aşka dekor olmaya başlıyor. Çünkü, dünya sen âşık olduğunda sana özel dizayn oluyor. Tüm dünyayı kendi gönlünde barındırabilen ÂŞIK, aşkı da, âşık olduğunu, da dünyayı da yaratana şükrediyor. Çünkü AŞK, yüzde yüze tamlığa, sisteme, evrene teşek- kürü getiriyor. Sayfalarca anlatsam da tarif edemediğim aşk içinde evre- ler taşıyor.

Aşk Dans Etmektir

Aşk Dans Etmektir

Aşk Dans Etmektir Danışmanlık yaptığım anaokullarından birinde 4 yaş grubuyla drama çalışmaları yapıyorduk. Minik, çok sevimli kız ve erkek çocuklarıyla inanılmaz keyifli zamanlar geçiri- yorduk.Tüm çocuklar daire olup yere oturdular ve sohbet etmeye başladık. Onlara bir soru sordum: “Çocuklar AŞK nedir?” Hepsi birden gülmeye başladılar. O kadar tatlıydılar ki, fısır fısır konuşurlarken minik bir kız yüksek sesle dedi ki: “Sarılmak!” “Başka kim söyleyecek? Aşk nedir?” Bir erkek minik: “öpüşmektir!” “Başka?” Başka bir minik kız son noktayı koydu benim aşk nedir soruma: “Aşk dans etmektir.” “Nasıl yani?” “Annemle babam eve gelince zıplayıp sarılıyor.” Evet ben de katılıyorum bu miniğe. AŞK dans etmektir. Aynı beden diliyle tek bir ritimde aynı duygularla şimdiki zamanda bütünleşmektir. Çünkü AŞK iki kişinin bedeninde tek bir ritim olabil- mektir.

DUYGULARIN RENG -8-

DUYGULARIN RENG -8-

DUYGULARIN RENG  -8- Şimdi, bir kanepenin ya da yatağınızın tam ortasına, hat- ta yerde halının üstünde sırt sırta gelecek şekilde oturun. Bacaklarınızı katlayın ve eşinizin sırtına yaslanın. Onun da aynı şekilde aynı beden duruşunda olmasını sağlayın. Sessiz bir şekilde hiç konuşmadan birbirinizin sırtını his- setmeye çalışın. Sırt sırtayken zihninizde sadece olumlu, pozitif duyguları tutmaya çalışın. Ana odaklanın. Ne geçmişe ne de geleceğe saplanın. Bu egzersizi haftada üç kez on dakika süreyle yapın. Top- lam 21 oturum gerekiyor. Etkilerini üçüncü oturumdan son- ra göreceksiniz. Bilinç boyutunda sırt sırta verdikçe güven ve sevgi peki- şecek. Bilincin ürettiği ve kelimelerle pisletmediği bu duygu- lar bilinç dışındaki negatiflikleri yok edecek. On dakikalık çalışmadan sonra yine birbirinize bakma- dan ne hissettiğinizi bir iki cümleyle seslendirin. İlkönce siz sırtınızdaki eşinize, sonra da o, size ne hissettiğini anlatsın. Ayağa kalktıktan sonra bir daha bu uygulama hakkında konuşulmasın.ce karıkoca iki sevgili de. Hatta arkadaşlar, dostlar bile ya- pabilirler. Evde, parkta, sokakta, işyerinde yapılabilecek bir tekniktir. Bir duvarın dibine yan yana dizilin. Herkes birbirinin el- lerini sıkıca tutsun. Eller beden dilinde enerjimizin iletildiği en açık kanala sahiptir. Birbirinizin eline sıkıca sarılıp herkes bacağını hemen yanındakinin bacağıyla yan yana yapıştır- sın. Tek bir bacakmış gibi yapın. Şöyle düşünün, sol baca- ğınızı eşinizin sağ bacağına yapıştırdınız. O da sol bacağına çocuğunuzun sağ bacağına yapıştırdı. Herkes birbirinin elini sıkıca tuttu. Artık tek bir vücutsunuz ve kopamazsınız. Şim- di en baştaki ileriye doğru ilk adımı atsın. Yani her ikinizin ayağı yapışık şekilde tek bir bacak ileri adım atsın. Sonra ya- nınızdaki diğer ayağıyla adım atsın. Sonuç olarak ayakları- nız yapışık şekilde belirlediğiniz yere yürüyorsunuz. Etkinlikten sonra birbirinize geribildirim verebilirsiniz. Göz Göze Olalım Amaç: Uzun etkili sohbetler yapabilmek Birbirimizin içdünyasına girebilmek Duygusal zekâ gelişimi Etkileyici olmak Bu bedensel oyun hem evli çiftler hem de sevgili olanlar için geçerli. Biliyorsunuz ki bizler karşımızdakinin bize dik-

DUYGULARIN RENGİ 7-

DUYGULARIN RENGİ 7-

DUYGULARIN RENGİ 7- “Tanrıya şükür gelmiş!” Diğer kadın gülmeye başladı. “Carlton, Nick’lc bir iş meselesi hakkında konuşmak için Bermuda daki muhteşem bir plajdan beni buraya sürük- ledi.” “Carlton sırasını beklemek zorunda,” dedi Bebe umur- samazca. “Alcx ve benim burada olma sebebimiz de Nick. Alcx, uluslararası bir otel zinciri inşa etmek için Nick’lc konuşmak istiyor. İki haftadır Roma’dan Nick’c ulaşmaya çalışıyordu, fakat Nick telefonlarına cevap vermedi, biz de bu yüzden dün buraya geldik.” “Ericka’yı göremedim,” dedi diğer kadın. “Göremezsin, çünkü Nick onu buraya getirmedi… Onun yerine kimi getirdiğini görmek istiyorsan biraz bek- le.” Bcbe’nin görgülü sesindeki alaycı kahkaha, cümlesinin devamını getirmeden Lauren’ın kaskatı kesilmesine neden olmuştu. “Buna inanmayacaksın! On sekiz yaşlarında bir kız ve Missouri’dcki bir çiftlikten gelmiş. Nick bir saatli- ğine yanından ayrılmadan önce ona tek başına idare edip edemeyeceğini sordu…” İki kadın uzaklaştıkça sesleri du- yulmaz olmuştu. Bcbe’nin sözlü saldırısı Laıırcn’ı hem şaşırtmış hem de sinirlendirmişti, ama sakin bir şekilde kapıyı açıp koridora çıktı. Bir saat sonra Tracy’nin tuvalet masasında oturan Laıı- ren, parlak bal ve altın rengi tutamlar yüzünü çerçeveleyip muhteşem dalgalar halinde omuzlarına dökülene dek saç- larını fırçaladı. Sonra çabucak çıkık elmacık kemiklerine gül renkli bir allık sürüp dudaklarındaki ona uyumlu par- latıcıyı düzeltti ve makyaj malzemelerini çantasına attı. Nick muhtemelen aşağıda, havuzun kenarında onu bekliyor olmalıydı. Bu düşünce turkuvaz renkli gözlerininmutluluktan parlamasına neden olmuştu, aynaya doğru eğilip annesine ait olan on dört ayar altın küpeleri dikkatle taktı. İşini bitirdiğinde banyo yaparken Nick’in gönderdiği krem rengi, uzun ve şık jarse elbisenin etkisini görmek için geri çekildi. Yumuşak kumaş dik ve dolgun göğüsleri- ni bclirginlcştiriyor, elbisenin uzun, dar kolları bileklerine kadar kollarını zarif bir şekilde sarıyordu. Altın renkli ince kemeri hafıfbol olan bel kısmını kavrayarak elbisenin düz yakasından, Tracy’nin ona ödünç verdiği zarif altın ren- gi ayakkabıların göründüğü hafifçe genişleyen etek ucuna kadar Lauren’ın kadınsı vücut hatlarını ortaya

DUYGULARIN RENGİ -6

DUYGULARIN RENGİ -6

duyguların rengi  4 Erkekler yalan söylerken aşağıya kadınlar ise yukarı- ya bakarlar. Erkekleri suç işlemiş çocuk gibi görebilirsi- niz. Kadınlar ise burnundan kıl aldırmayan biri gibidirler. Gözler aynı zamanda her iki cinste de sağa bakar. Çünkü insanlar geleceği düşünürken yapısal olarak sağa bakarlar. Sağa bakmak bir tasarı olduğundan gelecekle alakalıdır. Yani her yalan söyleyen sağa bakar. Yalnız her sağa bakan da yalan söylemez. Bunun için saydığım her şeyin bir arada olması şart.Genellikle göz kontağı kurulmaz. Kadın da erkek de göz- lerini birbirinden kaçırırlar. Yalan söylerken tek kullanılan yer ağızdır, bu yüzden yalan söyleyen genellikle ağzını kapatma eğilimi gösterir. Özellikle bir parmağını dudağına götürüp kaşır gibi yapabilir. Yalan söylerken kan basıncı normalin üstüne çıkar. Yüzün en hassas yerlerinden olan burun üstü ise kaşınmaya başlar. Genellikle erkekler burnunu kaşırlar. Kadınlar ise hafif bir dokunuş yaparlar.Bedendeki hareketlerde hızlanma olur. Doğru söyleyen insan sakin ve emindir. Yalan söyleyen kişideki sakinlik gi- der ve gereksiz bir hiperaktivite gelir. Bu da normal hareket- lerinde bir hızlanmaya neden olur. Kadınlar yalan söylediklerinde yüz bölgeleriyle pek oy- namazlar, galiba bu da makyaj bozulmasın diye. Genellikle kulakmemelerini sıkar ya da saçlarıyla oynarlar. Erkekler ise gözlerini ovuşturur, kendi yanaklarını sıkarlar.Kullandığı kelimelere bakın. Hangi cümleyle başladı ve ardından gelen diğer cümleler ilkiyle bağlantılı mı? Bunu anlamak için kurduğu ilk cümleyi sormanız yeterli. Genel- likle sonraki cümlelerde konudan uzaklaşmanın yollarını ararlar. Bir anda kendinizi başka bir konuda bulabilirsiniz. Olmaması gereken yerde tebessüm edip gülmeye başlar- lar. Bunun yalan olduğunu anlamak için göz kenarlarına ve ağız kenarlarına bakın. Gerçek gülmede her ikisinin kenarı da kırışır. Sahte gülüşlerde sadece ağız kenarı kırışır ama göz kenarları olduğu gibidir. Bu da samimiyetsiz ya da yalan söy- lediği anlamına gelebilir.Ses tonları bir anda değişir. Ya normalin altına ya da üs- tüne çıkar. Bu fark edilir değişim bir şeylerin ters gittiğini belli eder. Beden dilini kontrol etme çabaları

DUYGULARIN RENGİ -5-

DUYGULARIN RENGİ -5-

DUYGULARIN RENGİ “Nick!” Kadın elinde tuttuğu içkiye aldırış etmek- sizin sevinçle gülerek kendisini Nick’in kollarına attı ve Bebe’nin az önce gösterdiği samimiyete benzer bir şekilde onu öpmeye başladı. “Aylardır seni göremiyoruz!” diye onu azarladı geri çekilirken. “Söylesene, neler yapıyordun?” “Bazılarımızın hâlâ yaşamak için çalışmaya ihtiyacı var,” dedi Nick içten bir gülümsemeyle. Uzanıp Lauren’ın elinden tutarak onu arkadaşlarının oluşturduğu çembere doğru çekti. “Lauren, seni ev sahiplerimiz olan Tracy ve Gcorgc Middlcton ile tanıştırayım.” “Lauren, tanıştığımıza çok sevindim,” dedi Tracy ve Nick’c dönerek ekledi: “Neden ikiniz burada tek başınıza duruyorsunuz? Kimse geldiğinizi bile fark etmeyecek.” “Ben de bu yüzden burada durmayı tercih ediyorum,” dedi Nick açık bir şekilde. Tracy kederli bir kahkaha attı. “Sana bunun küçük bir parti olacağına söz verdiğimi biliyorum. Yemin ederim, davet ettiğimiz herkesin geleceğini ummuyorduk. Bu du- rumun evde yarattığı karışıklığı hayal dahi edemezsin.” Lauren rengi mora dönen gökyüzüne, ardından om- zunun üstünden iskeleye baktı. Neredeyse tüm konuk- lar kendilerini eve ya da yatlarına götürecek olan motorlu sandalların beklediği iskeleye doğru gidiyordu. Garsonlar çizgili, geniş bir gölgeliğin altında masaları kurmaya ve ha- vuzun etrafındaki meşaleleri yakmaya başlamışlardı. Mü- zisyenler ise havuzun diğer ucuna kurulmuş olan büyük sahneye enstrümanlarını taşıyorlardı. “Herkes yemek için giyinmeye başladı,” dedi Tracy. “Üzerinizi değiştirmek için Koy’a mı gideceksiniz yoksa burada mı değiştirmek istersiniz?” Lauren’ın başı dönmeye başlamıştı. Yemek için giyin-mck mi? Eğer yemek için resmi giyinmeleri gerekiyorsa yanında uygun tek bir şey bile yoktu! Lauren’ın telaşla kolunu sıkmasına aldırmayan Nick, “Lauren üzerini burada değiştirecek, ben de o sırada Koy’a gidip acil aramaları yapar ve üzerimi değiştiririm.” Iracy Lauren’a gülümsedi. “Ev dolup taşmış durumda. Birlikte bizim odamızı kullanabiliriz, George da üzerini değiştirecek başka bir yer bulur. Gidelim mi?” diye önerdi ve hemen eve yöneldi. Nick, Lauren’ın yüzündeki ifadeye alaycı bir anlayışla baktı. “Sanırım Lauren’ın bana söylemek istediği bir şey var. Sen git, o daha sonra

KALBİMDEKİ ACI

KALBİMDEKİ ACI

KALBİMDEKİ ACı “Hayır, lütfen zahmet etmeyin,” diye hemen itiraz etti Lauren. Tony ona aldırış etmedi. “Detroit gibi büyük bir şehir- de senin gibi hoş bir italyan kızın kendisini koruyacak bir aileye ihtiyacı vardır. Sık sık bizi ziyarete gel… Restoranın üstündeki dairelerde oturuyoruz. Ricco, Dominic…” dedi Tony sertçe. “Lauric geldiğinde ona göz kulak olun. Joc, sen de Ricco ve Dominic’e göz kulak ol!” Kahkaha atmaya başlayan Lauren’a dönerek, “Joe evli,” dijre açıkladı. Neşesini güçlükle bastıran Lauren kendisini korumak- la görevli dörtlüye sevinçle ışıldayan gözlerle baktı. “Benim gözüm kimin üzerinde olsun peki?” diye şakacı bir dille sordu. Bu dört İtalyan esmer adam kafalarını kusursuz bir uyumla sallayarak sandalyesinde neşeli bir ifadeyle oturan Nick’i işaret ettiler. Nick sandalyesine yerleşerek, “Lauren bana kendi ba- şının çaresine bakabileceğini söyledi.” dedi ve soğukkanlı bir şekilde sandalyesini geriye itip ayağa kalktı. Nick telefon açması gerektiğini söylemiş ve bu sırada Lauren da koridorun sonundaki bayanlar tuvaletine git- mişti. Dışarı çıkar çıkmaz girişteki telefonun başında du- ran Nick’in geniş omuzlarını ve üçgenimsi sırtını hemen tanımıştı. Kalın bariton sesini kısarak konuşuyordu ama Lauren ağzından çıkan sözcüklerden birini net olarak duy- muştu: “Ericka.” Lauren bunun başka bir kadını aramak için ne kadar tu- haf bir zaman olduğunu içinden geçirdi. Yoksa tuhaf değil miydi? Ev sahipleri partiye yanında birini getirmesini bek- liyorlardı ve Nick hiç şüphesiz Lauren ile karşılaşana dek 65partiye gideceği kişiyi ayarlamış olmalıydı. Nick başkasına olan sözünü bozuyordu! Nick, Lauren’ın Pontiac Trans Am marka spor otomo- biline binip motoru çalıştırdı, gösterge panosunda jenera- törün kırmızı ikaz lambasının yandığını görünce de kaşla- rını çattı. “Jeneratörde bir sorun olduğunu sanmıyorum,” diye telaşla açıklamaya başladı Laurcn. “Buraya gelirken yolda durup bir tamirciye kontrol ettirmiştim. Hiçbir şey bulamamıştı, sanırım ikaz lambasında bir sorun var. Araba henüz altı aylık.” Nick bir süre düşündükten sonra, “Neden kuzeye doğru gidip nasıl çalıştığına bakmıyoruz,” dedi. “Böylece Missoııri’yc giderken

GÜNLER NASIL GEÇİYOR

GÜNLER NASIL GEÇİYOR

GÜNLER NASIL GEÇİYOR? “Tek bir başarı vardır. O da istediğiniz şekilde yaşamaktır.” Christopher Morley Haftanın en favori günü Cuma… Çünkü hem akşamında cazip bir program yapma ihtimali var, hem de arkasından gelecek upuzuuun bir hafta sonu tati- li… En bedbaht gün de pazartesi tabii… Neyse ki ben -işimi acayip çok sevdiğim için- pazartesi send- romunu neredeyse hiç yaşamadığımı söyleyebilirim. Benim işe dönüş sendromum daha çok uzun tatillerin bitişinde oluyor. Daha ofisimin bulunduğu koridora adımımı attığım anda gözlerimi kırpıştırmak zorunda kalıyorum. Işıklandırma, halı- nın rengi, duvarlar… Sanki hem hatırladığım hem de hatırla- madığım bir yere gelmiş gibiyim. Çok garip bir his, ne oldu- ğunu tam çözebilmiş değilim. * Günler genelde sabah yataktan kalkmak için debelenmek- le başlar. “Beş dakika daha, beş dakika daha” derken işe kılpa- yı yetişilir. İşe şöyle yarım saat öncesinde gidenlerimiz oluyor mu? Erkeklerde rastlıyorum da, bizde çok az. Genelde makyaj ve kahvaltı işyerine bırakılır. İşyerindeki bayanlar tuvaleti, sabahlan makyaj yapanlar- dan tıklım tıkış olur. Kimisi daha masasına gitmeden, elinde çantaları, torbalarıyla soluğu tuvalette alır. Tabii bu yüzden de ”    30 Mumlu Pasta Ben pek makyaj meraklısı olmadığım için bu işkenceden yırtıyorum. Tercihim rujumu arabada, ana caddeye çıkmadan önceki ışıklarda sürmek. Hatta o gün toplantım varsa, hızımı alamayıp, yol boyunca rimel ve allıkla makyaj operasyonuma1 devam ediyorum. * Kahvaltı faslı küçük bir sandviç, poğaça veya tostla ge’ıne'” de bilgisayar karşısında geçiştirilir. Tüm gün, o toplantı senin bu toplantı benim, koşturarak geçer. Masaya ulaşılabilen zamanlarda e-maifler ve arayanlar cevaplandırılmaya çalışılır. Bunların arasında, hazırla/Jnıası gereken raporlar, prezantasyonlar, fiyat analizleri vesaireyi is- tenen zamana yetiştirmekle uğraşılır. Tabii tüm bu işler arasında herkeste büyük bir geyik yap- ına potansiyeli vardır. —    Eteğin çok güzel. —    Ay öyle mi? Çok sagol… Yeni aldım. —    Ben de böyle diz boyunda bir etek arıyorum, bakmadı- ğım yer kalmadı. Etekler çok kısa bu yıl… —    İşte

KIZ TAVLAMAK

KIZ TAVLAMAK

KIZ TAVLAMAK © Benim ergenlik dönemimde piyasada ‘Kız Tavlama Sa- natı’, ‘En Güzel Aşk Mektupları’ gibi kitaplar vardı. Halen olduklarını pek sanmıyorum. Çünkü o günden bugüne ar- tan bir şekilde, en azından bir kesimde, kız-erkek arkadaş- lığını cinsel boyutlara, tavlama kelimesini başka amaçlara taşıdık ki… O kitaplarda neler yazardı hatırlamıyorum ama eminim ki, uzaktan bakma, gülümseme, kibar konuşma, yardım etme gibi, şu anda bizim kuşağa masum, yeni kuşa- ğa ise garip, hatta komik gelecek önerilerdi onlar. Sonra değişen dünyayla birlikte masumiyet de bitti. Çocuklar aşk- la, cinsellikle çok erken tanışır oldular. Daha kreşteyken aşklarından, kıskançlıklarından bahsetmeye başladılar.Cinsel ilişki kurma yaşı gittikçe düştü. Tanışıp, ardından hemen cinsel ilişki kurmanın adı aşk oldu. Gerçekten kız tavlamak nasıl olur? Galiba önce ‘tavla- mak’ ne demek onu anlamak gerekir. Kızdırdıktan sonra yavaş yavaş soğutarak yumuşatmak; tavlamanın sözcük an- lamı bu. Sanırım kızlar ya da erkekler için kullandığında, tavlamaktan kast edilen bir çeşit ilişki kurmak olsa gerek. İlişki kurmak çok kolaylaştı derken acaba yanılıyor muyuz? Sosyal fobi sorunu ya da başka bir ruhsal sorunu olmayan gençler için çok kolaylaşn gibi. Belki de sorun tavlamanın artık eski anlamını taşımıyor olmasından kaynaklanıyor. Artık el ele tutuşmak, pastaneye gitmek yeniliyor. Ekonomik durumu iyi olan ailelere mensup gençlerin kız arkadaşlarına bir demet çiçek almayı akıllarına getire- mediğini ilk kez öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Getirseler de kız arkadaşlarının bunu beğenmeyeceklerini düşünüyor- lardı. Henüz 15-16 yaşındayken kendilerini, her defasında değeri artan armağanlar almak zorunda hissediyorlardı. Çi- çek onlar için hiç görmeden, çiçekçi tarafından hazırlanan bir hediyeydi ve yaşlılara özgü bir gelenekti . Daha bu yaş- ta, bir sokak çiçekçisinden severek seçecekleri ve harçlıkla- rıyla alacakları bir demet nergisin zevkini bilmiyorlardı. Öğrenme şansını da yitirmişler ve yaşlarına uygun bir gü- zelliği, o yaşın deyimiyle ıskalıyorlardı. Ekonomik durumu iyi olmayan gençler ise çok farklı gö- rünmekle birlikte temelde sorunluydular. Bir yandan yaşa- dıkları bölgelerde

Sayfa 34 of 142 1 32 33 34 35 36 142