muzlu pasta 7
KIZ MUHABBETLERİ “Kullandığınız kelimeler, nasıl yaşayacağınızı belirlerler.” Yunan Atasözü a) Ekonomi b) Politika c) Dekorasyon d) Yemek tarifleri e) Hiçbiri Bildiniz! Bunlar, “kız muhabbetlerinde en çok ne konuşulur?” soru- sunun çok seçenekli cevaplarıydı. Doğru cevap da hiç kuşku- suz “e” şıkkı, yani “Hiçbiri” idi. Tamam. Böylece, kız muhabbetlerinde ne konuşmadığımızı söyle- miş oldum. E ne konuşuyoruz o zaman? Erkekler… İlişkiler… Erkekler… İlişkiler… Erkekler… Haftanın beş günü, günde minimum sekiz saat çalışıyoruz. Hayatımız enflasyon tahminleri, kur varsayımları, ithalat mev- zuatındaki değişiklikler, A tipi fonlar, B tipi fonlar, C tipi fon- lar arasında geçiyor. Bizler iş kadınlarıyız. Makro düşünür, mikro uygularız. İş- lerimizde uzmanlaşmışız, çok iyi işler ortaya çıkarırız.Ama biz kadınız! Süslü unvanlarımız ve başarılı kimliklerimizin arkasında her birimiz birer kadın. Duygusalız. Süslenmeyi, iyi giyinmeyi, güzel olmayı ve beğenilmeyi çok severiz. Gezip tozmaya, eğlenmeye bayılırız… Sevgililerimize taparız. Hal böyle olunca da, ne enflasyon ne de İMKB, gerçekte il- gimizi çeken konular çok farklıdır. Pudranın markası, iyi kaş alan manikürcünün adresi, bir haftada hiç rejimsiz üç kilodan kurtulmanın sırrı, lazer epilas- yoncuya ne kadar para ödendiği, gerçekten işe yarayıp yara- madığı bizim dünyamızdaki en önemli stratejik bilgilerdir. Aramızda müthiş bir istihbarat ağı kurup tüm bu bilgileri paylaştığımız gibi, erkeklerle ilişkilerimizi de kritik üzerine kritik ederiz. Sadece kendimizinkileri değil, tanıdık tanımadık kim varsa, tüm ilişkileri masaya yatırır ve adeta moleküllerine ayınnz. Ne teoriler, ne kuramlar geliştiririz biz. Teknolojinin iler- leme hızından da büyük bir hızla, birbirimizin teorilerini çü- rütecek yeni hipotezler atanz ortaya. Her bir teori, bir diğerini çürütür. Hayatın en büyük bilinmezidir ilişkiler. O kadar kafa pat- latırız ama iyi ilişkinin formülünü bir türlü bulamayız. İyi ilişki eşittir aşk artı sevgi artı saygı diyemeyiz. Denkleme mutlaka bilinmeyen birtakım değişkenler eklenir: ya bir eski sevgili, ya bir yenisi, ya depresyon, ya tatminsizlik, ya kafa karışıklığı, bir şey çıkar ve bu denklemi bozar bitirir.* ilişkileri …
Buluşma Aşaması
Buluşma Aşaması İlk iki aşamayı geçtiyseniz bir şekilde sorunlar çözülmeye başlanmış demektir. Yani her ikiniz de ilişkinin getirdiği bir- çok problem ve güzellikte ortak noktada buluşabiliyorsunuz. Neden bu aşamaya buluşma diyorum? Çünkü ilişki doğ- ru ve yanlışta, güzel ve çirkinde aynı yerde buluşabilmektir. Daha çok aynı şeyleri düşünüp daha çok empati kuruyorsu- nuzdur. Artık mutlu olmak için çok fazla bir şey yapmaya gerek yoktur. Çünkü birlikte yaptığınız birçok şey mutluluk verir. Özellikle evliliklerde ilk iki üç sene geçilebildiğinde bu aşa- ma, yani buluşma aşaması sağlıklı yaşanmaya başlanır. Siz de biliyorsunuz ki artık birçok evlilik bu aşamaya gel- meden bitiyor. özellikle evli çiftlerin etrafında olanlar buna dikkat etme- lidir. Evliler ilk iki senede birçok sorun karşısında başarısız olup tartışabilirler. Eğer ki çok büyük hatalar, ağır psikolojik durumlar, şiddet ve aldatma yoksa anlayışla karşılamak ge- rekir. Bu durumlar yoksa hemen ayrılın gibi zararlı telkinler vermemek gerekir. Aslında bu aşama evli çiftler için çocuk yapmaya idealdir. Çünkü çocuk dünyaya muhteşem güzel- likleri ve aynı zamanda yorucu sorumluluklarıyla gelir. Eğer sevgiliyseniz ve bu aşamaya geldiyseniz ileriye doğ- ru daha ciddi kararlar alabilirsiniz demektir. Çünkü buluş- ma aşamasından sonra süreyi çok uzatmak da can sıkmaya başlar. Her şey rutinleşir ve nötrleşir.
duyguların rengi
duyguların rengi Şizofreni, hakkında yanlış bilgilerin çok olduğıı, bu ne- denle kimi zaman korkulan, kimi zaman hakaret kelimesi olarak kullanılan, aslında diğer hastalıklar gibi olan bir be- yin hastalığıdır. ‘Akıl Oyunları’ adlı filmle bir kez daha gündeme gelen, film nedeniyle biraz daha anlaşılan ama aynı zamanda tüm şizofrenlerin aşırı zeki, hatta dahi olduk- ları gibi yanlış bir bilgiyi de taşımaya başlayan bir sorun. Aslında şizofreni, düşünme, duygu ve davranışlarda bo- zukluklarla giden, insanın içe kapanarak, kendine ait bir dünyada yaşadığı, gerçeklerden ve insanlar arası ilişkiler- den uzaklaştığı bir hastalıktır. Genellikle genç yaşlarda (1 5 ila 25) başlamakla birlikte, daha geç yaşlarda da olabilir.Çok nadir olmayan bu hastalık, ne kadar erken yaşta baş- larsa yarattığı harabiyet o kadar fazladır. Nedenler Kesin neden bilinmemektedir. Ailede şizofren olması riski arttırır. Uzak akrabalarda olması ise daha düşük bir risktir. Genel olarak biyokimyasal etkenler önemlidir. Bi- yolojik yatkınlığı olan kişilerde, toplumsal ve çevresel olay- ların etkisiyle ortaya çıkar. Başlamasına ilişkin yanlış ina- nışlar vardır. Özellikle bazı yerlerde ‘kara sevdaya’ yakalan- manın, bazen de aşırı dayak yeme ya da benzer sıkıntıların şizofreniye neden olduğu düşünülür. Oysa bu tür stresler, sadece biyolojik yatkınlığı olan kişilerde hastalığın ortaya çıkmasına neden olurlar. Alevlenme dönemi dışında has- talar evlenebilir. Neler olabilir? Genel olarak çevreye ilgisizlik vardır. Konuşmada dağı- nıklık, kendine özgü anlamı olan kelimelerle, içerik olarak garip gelen konuşmalar, anlamsızlıklar, mantıksızlıklar ola- bilir. Duygularda azalma, tepkisizlik, dışa vurumda sorun- lar olur. Hareketlerde de bazı değişiklikler gözlenir. Dur- gunluktan aşırı hareketliliğe giden bozukluklar olabilir. Ba- zen sadece garip yüz hareketleri, tekrarlayan bazı hareket- ler, bazen de saldırgan davranışlar gözlenebilir. Algı ve düşünce bozuklukları şizofrenide önemlidir. Dikkatin çabuk dağılması yanında, önemli algı bozuklukla- rı olur. Bunlar halüsinasyonlar (varsanılar) ve illüzyonlara(yanılsamalar) neden olur. Yanılsama dışardan gelen uya- ranın yanlış algılanmasıdır. Karanlıkta çoğumuz uçuşan perdeyi başka bir şey gibi algılayabiliriz. Ama şizofrenide al- gılanan …
GÜNLER NASIL GEÇİYOR
GÜNLER NASIL GEÇİYOR? “Tek bir başarı vardır. O da istediğiniz şekilde yaşamaktır.” Christopher Morley Haftanın en favori günü Cuma… Çünkü hem akşamında cazip bir program yapma ihtimali var, hem de arkasından gelecek upuzuuun bir hafta sonu tati- li… En bedbaht gün de pazartesi tabii… Neyse ki ben -işimi acayip çok sevdiğim için- pazartesi send- romunu neredeyse hiç yaşamadığımı söyleyebilirim. Benim işe dönüş sendromum daha çok uzun tatillerin bitişinde oluyor. Daha ofisimin bulunduğu koridora adımımı attığım anda gözlerimi kırpıştırmak zorunda kalıyorum. Işıklandırma, halı- nın rengi, duvarlar… Sanki hem hatırladığım hem de hatırla- madığım bir yere gelmiş gibiyim. Çok garip bir his, ne oldu- ğunu tam çözebilmiş değilim. * Günler genelde sabah yataktan kalkmak için debelenmek- le başlar. “Beş dakika daha, beş dakika daha” derken işe kılpa- yı yetişilir. İşe şöyle yarım saat öncesinde gidenlerimiz oluyor mu? Erkeklerde rastlıyorum da, bizde çok az. Genelde makyaj ve kahvaltı işyerine bırakılır. İşyerindeki bayanlar tuvaleti, sabahlan makyaj yapanlar- dan tıklım tıkış olur. Kimisi daha masasına gitmeden, elinde çantaları, torbalarıyla soluğu tuvalette alır. Tabii bu yüzden de ” 30 Mumlu Pasta Ben pek makyaj meraklısı olmadığım için bu işkenceden yırtıyorum. Tercihim rujumu arabada, ana caddeye çıkmadan önceki ışıklarda sürmek. Hatta o gün toplantım varsa, hızımı alamayıp, yol boyunca rimel ve allıkla makyaj operasyonuma1 devam ediyorum. * Kahvaltı faslı küçük bir sandviç, poğaça veya tostla ge’ıne'” de bilgisayar karşısında geçiştirilir. Tüm gün, o toplantı senin bu toplantı benim, koşturarak geçer. Masaya ulaşılabilen zamanlarda e-maifler ve arayanlar cevaplandırılmaya çalışılır. Bunların arasında, hazırla/Jnıası gereken raporlar, prezantasyonlar, fiyat analizleri vesaireyi is- tenen zamana yetiştirmekle uğraşılır. Tabii tüm bu işler arasında herkeste büyük bir geyik yap- ına potansiyeli vardır. — Eteğin çok güzel. — Ay öyle mi? Çok sagol… Yeni aldım. — Ben de böyle diz boyunda bir etek arıyorum, bakmadı- ğım yer kalmadı. Etekler çok kısa bu yıl… — İşte …
KIZ TAVLAMAK
KIZ TAVLAMAK © Benim ergenlik dönemimde piyasada ‘Kız Tavlama Sa- natı’, ‘En Güzel Aşk Mektupları’ gibi kitaplar vardı. Halen olduklarını pek sanmıyorum. Çünkü o günden bugüne ar- tan bir şekilde, en azından bir kesimde, kız-erkek arkadaş- lığını cinsel boyutlara, tavlama kelimesini başka amaçlara taşıdık ki… O kitaplarda neler yazardı hatırlamıyorum ama eminim ki, uzaktan bakma, gülümseme, kibar konuşma, yardım etme gibi, şu anda bizim kuşağa masum, yeni kuşa- ğa ise garip, hatta komik gelecek önerilerdi onlar. Sonra değişen dünyayla birlikte masumiyet de bitti. Çocuklar aşk- la, cinsellikle çok erken tanışır oldular. Daha kreşteyken aşklarından, kıskançlıklarından bahsetmeye başladılar.Cinsel ilişki kurma yaşı gittikçe düştü. Tanışıp, ardından hemen cinsel ilişki kurmanın adı aşk oldu. Gerçekten kız tavlamak nasıl olur? Galiba önce ‘tavla- mak’ ne demek onu anlamak gerekir. Kızdırdıktan sonra yavaş yavaş soğutarak yumuşatmak; tavlamanın sözcük an- lamı bu. Sanırım kızlar ya da erkekler için kullandığında, tavlamaktan kast edilen bir çeşit ilişki kurmak olsa gerek. İlişki kurmak çok kolaylaştı derken acaba yanılıyor muyuz? Sosyal fobi sorunu ya da başka bir ruhsal sorunu olmayan gençler için çok kolaylaşn gibi. Belki de sorun tavlamanın artık eski anlamını taşımıyor olmasından kaynaklanıyor. Artık el ele tutuşmak, pastaneye gitmek yeniliyor. Ekonomik durumu iyi olan ailelere mensup gençlerin kız arkadaşlarına bir demet çiçek almayı akıllarına getire- mediğini ilk kez öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Getirseler de kız arkadaşlarının bunu beğenmeyeceklerini düşünüyor- lardı. Henüz 15-16 yaşındayken kendilerini, her defasında değeri artan armağanlar almak zorunda hissediyorlardı. Çi- çek onlar için hiç görmeden, çiçekçi tarafından hazırlanan bir hediyeydi ve yaşlılara özgü bir gelenekti . Daha bu yaş- ta, bir sokak çiçekçisinden severek seçecekleri ve harçlıkla- rıyla alacakları bir demet nergisin zevkini bilmiyorlardı. Öğrenme şansını da yitirmişler ve yaşlarına uygun bir gü- zelliği, o yaşın deyimiyle ıskalıyorlardı. Ekonomik durumu iyi olmayan gençler ise çok farklı gö- rünmekle birlikte temelde sorunluydular. Bir yandan yaşa- dıkları bölgelerde …
DUYGULARIN RENGİ 4-
DUYGULARIN RENGİ 4- rar verebileceğini biliriz yani, biliriz de nasıl yapmayacağı- mızı becermek de zorlanırız. Oysa bir an gelir, öfkenizin yersizliğini, isteklerinizin anlamsızlığını, karşınızdakilerin şaşkınlığını görebilirsiniz. Çok öfkeliyken birden gülmeye başladığınız olmadı mı hiç.7 Ama dikkatli olmakta yarar var, karşıdakiler onlarla dalga geçtiğinizi düşünebilir siz öf- kenizi gülmeceye dönüştürürken. Öfkeli insanların davra- nışları, komedi filmlerinde çoğu zaman güldürür bizleri. Güldüren kontrolsüzlükleridir. Belki kendi öfkemizi kont- rol ederek, kendimizi güldürmeyi becerebiliriz. Öfkelendi- ğimizi bildiğimiz şeylere yakın olmak, içinde olmak ve on- larla olmak zorunda değiliz ayrıca. Kimi zaman, onların yok olmasını sağlayamıyor ve başkalarını değiştiremiyor- sak, uzak durma, görmeme hakkımızı kullanabiliriz. Öflce doğal bir duygu. Ve hep olacak, çünkü onu orta- ya çıkaran olayların çoğu yaşamın bir parçası ve yaşam da bizim. Amaç öfkelenmemek değil, öfkenin kaynağını keşfe- dip, ona karşı tedbir almak ve öfkenin dışavurum biçimini seçmek. Unutmayın, öfke bir duygu ama ortaya çıkardığı davranışın ne olacağına siz karar vereceksiniz.Yl1 1″°- Asistanım henüz ve ilk kez h ı r™ Ç.’kac^m hocamın isteği üzerine K T* Cani, yayın değil ve ben hTl. , un”tkan- — s-« *+> _ _ne soru söyleye- rek, bunların yanıtlarını isteyeceğini bildirdi. Çekim başla- dı, söylediği soruları sorup, yanıtları aldı. Bitti sanırken da- ha önce bahsetmediği bir soru daha sordu. Doğal olarak ben de yanıta, “Evet, bunu unuttum,” diye başladım. Sonradan izleyen herkes bunun bir espri olduğunu dü- şündü. Oysa ben yanlış kullandığım kelimeye takılmıştım: ‘Unuttum’. Unutmam için bunu önceden belirlemem, bil- mem, planlamam gerekti. Ben unutmamışnm. O gün iki şeye karar vermiştim. Biri, bir daha asla hiçbir programda önceden soruları konuşmadım, her şey doğal akışıyla gitti. Diğeri ise unutma, unutulma, unutkanlık gibi sözcükleri kullanırken anlamlarını hiç unutmadım. Unutma üzerine şiirler, romanlar, unutma üzerine sa- vaşlar, unutma üzerine intikamlar, hayatlar kurulmuş. Ki- mi zaman unutulmaktan, unutmaktan yakınmışız, kimi za- man unutamamaktan. Kimi zaman unuttuk diye suçlanmı- şız, …
DUYGULARIN RENGİ 3-
DUYGULARIN RENGİ 3- başını öperdi. Canım efendiminin yerini, “Bunu mu özle- mişim?” sorusu, aranan masalcı ninenin yerini masalın cadısı alırdı. O zaman özlem duymayalım mı.7 Hayır! Özlemek ve öz- lenene kavuşmak mutluluklardan biri. Yeter ki gerçeği öz- leyelim, yeter ki özlerken gerçekçi olabilelim. Bazen evlili- ğin sandığımız kadar masal dünyası olmadığını, bekarlığın da isteklerimize kavuşma özgürlüğü olmadığını bilelim. Eğitimin yetmediğini, eğitimsizliğin ise olumsuzluğunu bi- lerek, paranın mutluluk getirmediğini, parasız da sorun olabileceğini, sürekli evden uzak olmanın cazip olabileceği- ni, ama gezmek için çok uzağa gitmek gerekmediğini bile- rek özleyelim. Bilerek özleyelim ki, özlem acı değil, çaba ge- tirsin, heyecan getirsin, başarı getirsin. Sıla biziz, olumsuz- luklarıyla, yanlışlarıyla, eksikleriyle biz ve bizim parçaları- mız. Onu özlerken gerçekleriyle hayal edelim ki, kavuştuğu- muzda evimizde olduğumuzu, bizi bulduğumuzu hissedebi- lelim. Sevgili, paylaşmak demektir, duymak demektir, kız- gınlıklara, kırgınlıklara katlanabilmek demektir, olumsuz- luklarına karşın seçtiğimiz demektir, istediğimiz demektir, yansıtabildiğimiz değer demektir. Onu özlemek için yitir- meyi, uzak kalmayı, gitmesini beklemeyelim. Yanımızday- ken, yüreğimizdeyken, bizimleyken özleyebilelim. Özleyebi- lelim ve bunu ona söyleyebilelim ki sevgi, aşk, özlem, mut- luluk ve sevgili de bizim olabilsin.Korku, hayret, üzüntü, tiksinti, umut, sevinç, kabul edil- me ve öfke… Duygularımız, yani bizi bir davranışa yönel- ten, çevresel beklentilere uyum sağlamamıza yarayan duy- gular. Bizi bir davranışa yönelten ama davranışın ne oldu- ğuna bizim karar verebileceğimiz hisler. Öfke de bunlardan biri. Genellikle düşmanlığa ve saldırganlığa yol açan bir duygu. Becerebiliyorsanız şair gibi öfkeyle ama inadına şiir yazmak olabilir sonucu. Ama çoğunlukla tehlike oluştu- ğunda öfkelenir ve saldırarak o tehlikeyi yok etmeye çalışı- rız. Bazen öfke saldırganlığa değil, hiddete dönüşür. Aslın- da birbirlerine yakın duygulardır ama şiddetleri aynı değil- dir. Öfkelenmek doğaldır, yeter ki kontrolden çıkıp, yıkıcı bir duygu haline gelmesin, yeter ki diğer insanlarla ilişki- mizi, iş yaşamımızı, okul hayatımızı bozmasın, yeter ki kontrol edebilelim ve yönetebilelim. “Öfke nöbetlerine girdi,” deriz, bağırıp …
ALDATMA ,4
ALDATMA ,3 çıktıkları o gençlik günlerini hatırlatan yerler onlara ne kadar yol aldıklarını, bunu mutlulukla, hiçbir şeyden utanmak zorunda kalmadan yaptıklarını gösteriyordu. Birçoklarının aksine başarı, onlara utançla değil övünçle gelmiş, uzaklaşan gençliğin yerine gururla koyacakları büyük bireysel zaferler kazandırmıştı. Yıllar boşuna geçmemişti, bunu görmekten, bunu hatırlamaktan, bunu birlikte el ele yaptıklarını fark etmekten hoşlanıyorlardı. Aydan, terasın eskimiş tahta parmaklığına yaslanıp, berrak suyun içinde sürüler halinde telaşla bir yerlerden bir yerlere giden, aniden keskin dönüşler yapan küçük balıklara, suyun içinde kırılarak parlak çizgiler çizen güneş ışıklarının vurduğu dipteki yassı taşlara bakarken, Halûk yemekleri ısmarladı. Aydan başını kaldırdığında Halûk’un yüzündeki ifadeden önemli bir şey söyleyeceğini anladı. Halûk önce masadaki sepetten bir dilim ekmek aldı, bir parçasını kopanp ağzına attı, Aydan sabırla onun konuşmasını bekliyordu. Böyle zamanlarda beklemek gerektiğini öğrenmişti. Sonunda Halûk sanki kendisi için hiç de önemi olmayan bir şeyden söz eder gibi sakin bir sesle konuştu: — Başhekim ayrılıyor. Aydan sesini çıkarmadan bekledi. — Yerine beni düşünüyorlar. Aydan bu sefer dayanamayıp heyecanla sordu: — Başka kim var? Halûk gülümsedi. — Kardiyolojiden T^nk Pınargil. Bir sessizlik oldu, ancak bir karı kocanın birbirine bakabileceği gibi, birbirlerinin duygularını an- layarak, paylaşarak, aynı tedirginliği ve aynı isteği duyarak baktılar. Halûk’un adını söylediği doktor, hastanenin yıl-dızlarındandı, Halûk nöroloji bölümü için neyse o da kardiyoloji için oydu, üstelik Halûk’tan farklı olarak Amerika’nın en ünlü okullarından birinden mezundu ve babası da çok ünlü bir doktordu. Bir süre sustular. İkisi de başarılı bütün insanlar gibi gerçek bir başarıyla karşılaştıklarında saygı göstermeyi, başarının kolay elde edilir bir şey olmadığını öğrenmişlerdi. Gerçekten başarılı bir insana saygı göstermek, onun hakkını vermek, kendi başarılarına da saygı göstermek, kendi haklarını da korumak anlamına geliyordu. Aydan usulca, “Ama sen daha eskisin hastanede,” dedi. Halûk yeniden gülümsedi. — Aslında benim şansım daha fazla. Sonra karısının yüzüne baktı. — Ama karar veremiyorum… Başhekim olursam artık ameliyatlara girmeye …
ALDATMA ,3
ALDATMA ,3 bir çocuk gibi mahzunlaşarak yalnız dolaşırdı. Bu yalnızlıktan yakınmazdı ama hiç olmazsa kocasının paylaşmaya yanaşmadığı bu konulara karışmamasını isterdi. Halûk’un, küçük kıza para vermesini küçümseyen bakışına ve akılla açıklanamayacak o davranışını eleştiren sözlerine duyduğu kızgınlığı dile getirmedi, hiç cevap vermeden, konunun kapanmasını bekleyerek pencereden dışan bakıp, o küçük, önemsiz kızgınlığı, ruhunun bir yerlerinde taşıdığı ve içinde açığa çıkmamış minik öfkelerini biriktirdiği kesenin içine atıp unutulacak duygular arasına terk etti. Selin’i annesine bırakıp çıktıklarında Aydan kızgınlığını unutmuştu bile. Küçük balıkçı köyündeki tahta masaları örtüsüz eski meyhaneye gittiler. Sakin kıpırtılarla sahile usul usul çarpan denizden huzurlu bir serinlik yayılıyordu. Karşı kıyıdaki tepeler sessizdi. En telaşlı ruhları bile yatıştıracak bir sükûnet vardı çevrede. Bu lokanta, onları, her geçen gün, her yeni başarı ve banka hesaplanna yatan her yeni parayla biraz daha uzaklaştıklarını hissettikleri gençliklerine ve geçmişlerine bağlayan küçük bağlardan biriydi. Hayatlarından, başanlanndan ve zenginliklerinden memnundular, bunu değiştirmek ya da eski günlerine dönmek gibi bir arzuları da, özlemleri de yoktu ama gene de başarıyı tutkuyla hayal ettikleri o eski günlerinden tümüyle kopup ayrılıyorlarmış duygusunun içlerinde yarattığı, o anlaşılmaz, hatta genellikle fark edilmez hüznü, böyle eski anılarından kendilerine kalmış yerlere baş başa giderek yatıştırıyorlardı. Gençliklerinden kopmamak, onu hatırlamaktan ve yaşamaktan korkmamak onların başarılarını daha da önemli kılıyordu. Başarıyı bulmak için yola bir çocuk gibi mahzunlaşarak yalnız dolaşırdı. Bu yalnızlıktan yakınmazdı ama hiç olmazsa kocasının paylaşmaya yanaşmadığı bu konulara karışmamasını isterdi. Halûk’un, küçük kıza para vermesini küçümseyen bakışına ve akılla açıklanamayacak o davranışını eleştiren sözlerine duyduğu kızgınlığı dile getirmedi, hiç cevap vermeden, konunun kapanmasını bekleyerek pencereden dışan bakıp, o küçük, önemsiz kızgınlığı, ruhunun bir yerlerinde taşıdığı ve içinde açığa çıkmamış minik öfkelerini biriktirdiği kesenin içine atıp unutulacak duygular arasına terk etti. Selin’i annesine bırakıp çıktıklarında Aydan kızgınlığını unutmuştu bile. Küçük balıkçı köyündeki tahta masaları örtüsüz eski meyhaneye gittiler. Sakin kıpırtılarla sahile usul usul çarpan …
ALDATMAK 2
ALDATMAK 2 Halûk’a, “Hazırlan artık istersen, annem bekler,” demesi, yemekleri buzdolabına yerleştirmesi, üstüne ne giyeceğini düşünmesi, oyalanan kocasına alışılmış bir biçimde içinden hafifçe kızması, evinin gizli hâkimi olduğunu hissetmesi, pencerelerden görünen ilkyaz güneşinin ışıklarının halıya düşmesi, bütün bunlar, bu minicik, önemsiz ayrıntılar bir araya geldiklerinde güçlü bir sığınak oluşturuyorlardı onun için. Biraz önce hissettiği utancı, aşağılanmayı, hatta adamın küstahlığına duyduğu kızgınlığı unuttu. Duygularını inciten bir görüntü günlük hayatın ıvır zıvırı altına bir daha çıkarılmamak üzere gömüldü. Eğer, kendi haline bırakılsaydı bir daha o adamı belki hatırlamayacaktı bile. Hep birlikte evden çıktılar. Geniş caddenin köşesindeki trafik ışıklarında durduklarında, kirli yüzlü, yırtık fanilalı, tozlu saçlı bir çocuk kalabalığı yoksulluktan arsızlaşmış gözleriyle bulanık bir su gibi dalgalanarak arabanın çevresine üşüştü, ellerindeki paçavralarla pencereleri silmeye çalışıyorlar, bir yandan da verileceğini sandıkları parayı kapabilmek için kemikli, sıska dirsek-leriyle birbirlerini itiyorlardı. Hayata yenik başlamışlar, asla üstesinden gelemeyecekleri o yenilginin içinde çocukluklarını bile yitirmişlerdi. Yoksullukları da, arsızlıkları da iç acıtıcıydı. Halûk, çevresinde kaynaşan o zavallı çocuk kalabalığını görmüyormuş gibi gözlerini yola dikmiş dümdüz bakarak yeşil ışığın yanmasını bekliyordu. Aydan, birisini arar gibi çocuklara bakarken, biraz ilerde duran mavi gözlü küçük kızı gördü, kirden kararmış yanaklarında biraz önce ağladığını gösteren ince, beyaz izler görülüyordu. Öbür çocukların arasına katılmamıştı, bir direğe dayanmış duruyor- du, ya utanıyordu dilenmeye ya da onlarla boğuşacak gücü yoktu. Minicik sıska yüzünde olduğundan da büyük görünen iri gözleri dargın bakıyordu. Aydan kıza eliyle gelmesini işaret etti. Acıklı bir telaşla koşarak geldi küçük kız. Çantasından çıkardığı parayı verdi. Halûk, başını çevirmeden yan gözle bakmıştı verdiği paraya. Kız, parayı alıp şaşkın ve sevinçli bir bakışla uzaklaşırken, Halûk gözlerini ışıklardan ayırmadan, “Senin içini rahatlatmaktan başka ne işe yanyor verdiğin para?” demişti. Bazen böyle önemsiz cümleler Aydan’ın içinde, çabucak geçeceğini deneyimleriyle bildiği, küçük öfke çalkantıları yaratıyordu. Onu kızdıran söylenen sözler değildi; asla açıklayamayacağı, kimseye söyleyemeyeceği gizli bir duygusunun bir …